Doğrudur, uykusuzluk yer bitirir insanı.
Bağra basılmış, alışkanlığa dönüşmüş uykusuz geceler bile hem bedeni, hem de zihni tüketir.
Depresyon yavaş yavaş saçlarınızı okşamaya, mutsuzluk sabahı beklemeden kapınızı çalmaya başlar.
Çünkü uyku nimettir; hatta cennettir!
Ama söyleyin bana...
Günü dürüstçe temize çekmeden; geceye selam vermeden; gelecek için dua etmeden hızla dalıp gidivereceksek...
Bu doğru bir şey olabilir mi?
***
O yüzden işte, kafayı yastığa koyunca "
kütük gibi uyuyan" ve bunu da pek hoş bir özellikmiş gibi anlatanlara içimden şaşarım.
Haydi, bıraktım dünya dertlerini bir kenara...
Ama kendi hayatımız bu kadar mı "
otomatik pilot"a bağlıdır?
Bu kadar mı kolay kapanır günün hesabı?
Bana sorarsanız...
Gece, uykuyu ertelediğimizde; o karanlık saatlerin içine doğru nüfuz ettiğimizde gecedir ve
ancak öyle güzeldir!
Hem nice uykusuzluk vardır ki,
bedene zarar olsa bile ruha ilaçtır.
Bu ilacın tadı acı olabilir ama zihni açar, vicdanı onarır.
***
İnsanlar görüyorum.
Memleket üzerine, insan üzerine, dünya üzerine ne çok şey söylüyorlar.
Nasıl iddialı ve yüksekten, nasıl basmakalıp ve önyargılarla dolu!
Belli ki, gündüz gevezeliklerini gecenin sükûnetinde sınamıyorlar!
Belli ki, soru yok, sorgu yok!
Belli ki, bu zor görevden
haplanarak, sarhoşlayarak, koyunları sayarak kaçıyorlar!
Peki hep böyle mi olacak?
Uykusuzlukları nevrotik, uykuları rüyasız, uyanıklıkları hıza teslim biçimde hayattan gelip geçecekler mi?
Oysa uykumuz kaçmalı!
Kaçmalı ki...
Sabahları gerçekten uyanalım!
(NOT: Geçen bayram birkaç eski yazımı yeniden gözden geçirip yayımlayınca, fark ettim ki, değer verdiğim yazılarımın ara ara üzerlerindeki tozu silkelemek iyi bir şey... Karar verdim, bu bayram da "hatırlama seansları"na devam edeceğim. Yukarıdaki okuduklarınız, biri 2007'de, diğeri 2011'de çıkmış "Uykusuzluğa Övgü" başlıklı yazılarımın bir karması!)