Geçen pazartesi öğleden sonra...
Gazetede laflıyoruz.
İnternet sayfamızın yayın yönetmeni Özgür Yici "saat beş olmadan kar başlayacak" diyor. Herkesle iddiaya girmiş.,Pencereden bakıyorum. Hava günlük güneşlik. Barbaros Bulvarı trafiği yaklaşık yarım saat sonra başına geleceklerden habersiz, rahat akıyor!
Fakat saat beşi bulmadan gerçekten de kar bastırıyor.
Özgür iddiayı kazandığı için mutlu ama benim gibi Asya yakasına geçmek zorunda olanların bir anda tadı kaçıyor.
Gazeteden fırladığım gibi yola düşüyorum. Levent'ten Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ne uzanan yola girdiğim sırada işler sarpa sarıyor.
Yol değil bu, buz pateni pisti!
Biraz ilerde yolun rampaya benzediği noktada bütün araçlar durup kalıyor.
***
Radyonun düğmesine dokunuyorum.
Sunucu heyecanla anlatıyor: "Belediye karla mücadele edecek personel ve araçları kritik noktalara yerleştirdi.
Bir seferde 40 kilometreyi tuzlayan ve kar kaplanı adı verilen araçlar göreve hazır bekliyorlar..."
Gel de gülme! Kırk dakikadır bir metre ilerleyemedik.
Bir başka radyo kanalına geçiyorum. Oradaki sunucu Boğaziçi köprüsünden bilgi veriyor: "
Trafikten umudu kesen insanlar köprüyü yığınlar halinde yaya olarak geçiyorlar."
Allah, Allah peki nerede bu bin küsur araç ve yolu tuzlayacak kar kaplanları?
Bizim Özgür'ün bilip de üzerine iddiaya giriştiği kar saatini bu şehri yönetenler bilmiyor olabilirler mi?
***
İstanbul'u yönetenler
ülke gündeminin saat başı hızla değişmesine dua etsinler!
Bir saatlik kar yağışıyla şehrin felç oluşunu unuttuk bile!
O rezillik medyada sorgulanamadan gündemden düşüverdi!
Ama bizler için şu nokta kesin...
"İstanbul'da yaşamak" giderek büyük bir
sıkıntı ve öldürücü bir
yorgunluk halini alıyor.
Bu şehir güzel olabilir ama bu şehirde yaşamak güzel değil!
Derin tarihi, canlı kültürü...
Görkemli semtler, hareketli yaşam, toplu ulaşım imkânlarının artışı...
Hayır! Hiçbiri avutmuyor artık bizi!
İstanbul'la aramız gitgide açılıyor.
Söyleyin...
Bir şehri tutkuyla sevmek varken,
ona mecburen bağlı kalmak ne tatsız bir duygu, değil mi!