Kaybettiğimiz delikanlılar var ya... Bırakalım, onların anneleri babaları, kardeşleri, eşleri, sevgilileri, arkadaşları acılarını ve isyanlarını şiddetle haykırsınlar.
Onların acısının eşi benzeri, tesellisi yok çünkü. Olmaz. Olamaz!
Bize gelince...
Biz medyada yazıp çizenler...
Bilmeliyiz ki, bu acıyı paylaşabilmek için medet umacağımız bütün kelimeler kifayetsiz.
O yüzden bize düşen ilk iş susup ailelerin ve memleketin yasına eşlik etmektir.
Zaten ne zaman böyle durumlarda kalem oynatmaya kalkışsak, itiraf edelim ki, bir sıkıntı gelip taş gibi oturuyor içimize!
Çünkü bu acılar "yeni tanış"larımız değil!
Çok zaman oldu bu acıları yaşamaya, haber yapmaya, yazmaya başlayalı.
Yaklaşık otuz yıl...
Acıdan, isyandan, yastan dağlar biriktirdik ama barışın inşasına bir tuğla koymayı beceremedik.
Dahası...
Ölümü kışkırtanımız, savaşı körükleyenimiz daha fazlaydı barışı isteyenimizden!
O yüzden şimdi bize düşen yaldızlı ve yapay duygusallıklar değil, ille de yazacaksak, samimi ve serinkanlı değerlendirmeler olmalı!
Her şeyden önce gençleri kandırmaktan kaçınmalıyız!
Sırf onların gönlünü çalabilmek umuduyla...
Otuz yıldır nasıl yaşadığımızı unutturup "şimdi karanlık bir döneme girdik" demek...
Terör ve terör örgütü dün yokmuş da, bugün ortaya çıkmış gibi yazılar yazmak...
En hafif deyimle "ayıp" olmuyor mu?