Travma devam ediyor.
Türkiye'nin "el bebek gül bebek, aydın bebek" diye pışpışlanarak büyütülmüş; hep en akıllı, en aydın, en çağdaş olduğuna inandırılmış kesiminin hayal kırıklıklarının sonu gelmiyor.
Tamam ama…
"Lanet olsun, ben gidiyorum" havalarına girip kaçmanın…
Bir tepeye çıkıp halka "hepiniz aptalsınız" diye bağırmak istemenin…
Onları bu travmaya hazır olmaları için daha önceden uyaranlara "satılmışlar" diye hakaret etmenin…
Faydası yok!
Asıl mesele seçim sonuçları falan değil! Hem gerçekten "aydın" olsalar bilirlerdi ki, özgür düşünce ve aydın duruşunun "halkı alkışlamak veya yuhalamak"la doğrudan bir bağı yoktur, olamaz!
Ne popülist olmaya gerek vardır, ne de kerameti kendinden menkul bir seçkin gibi bakmaya…
Seçimler, hükümetler, partiler, liderler gelir geçerler.
Ama yaşadığın ülkenin kültürüyle, inançlarıyla, gelenekleriyle ve gelecek tahayyülüyle bağların ayakta kalır. Kalmalıdır.
Bizim Çankaya, Nişantaşı, Alsancak aydınlarının çuvalladıkları nokta tam burası işte!
Çünkü hayali bir "halk"ın "halkçıları" olarak yetiştirildiler!
***
Onlar ilkokulda ezberledikleri tarih ve yurttaşlık bilgisiyle entelektüel olduklarını sanırken…
Niğde'de, Kayseri'de, İstanbul Üsküdar'da doğmuş çocuklar bir yandan aile bütçesine katkı için çalışıyor bir yandan harıl harıl okuyorlardı.
Dünyayı, ülkeyi, insanı en baştan ve derinden kavramak istiyorlardı.
İlk döbnemlerde bu çoçuklar arasında iyi okullarda okuyan yok denecek kadar azdı.
Ama Rainer Maria Rilke'nin şiiriyle, Heidegger'in felsefesiyle tanışınca onları ana dilinde okuyabilmek için işi gücü terk edip Almanya'ya dil öğrenmeye gidecek…
İbn Arabi'ye gönül verince, onu bütün derinliğiyle kavramak uğruna Şam ve Londra kütüphanelerinde sabahlayacak kadar…
Azimliydiler.
"Ben entelektüelim" diye şişinmek yerine doğrudan entelektüel faaliyete girişmişlerdi.
Üstelik yazıp çizdikleri şeyler belli bir siyasi ve sosyal damar üzerinde bayağı etkili oluyordu.
Nişantaşı'nın, Moda'nın, Bağdat Caddesi'nin bu gelişmelerden haberi bile olmadı tabii!
Nazım Hikmet'ten ötesini merak etmediler!
Karşılarına başörtüsü çıkıncaya kadar ne güzel özgürlükçüydüler!
Çok sıkıldıkları Klasik Batı Müziği bu ülkenin belli salonlarında icra edildiği ve onlar da ara sıra konserlerde boy gösterdikleri sürece "asayiş ve çağdaşlık" berdevamdı!
Fakat şu 21. Yüzyıl yok mu! Nasıl da acımasızca hızlı çıktı! Köprünün altından suların hızla aktığını, takkenin düşüp kelin gözüküverdiğini anlayamadılar.
***
Baktım, bu "tayfa"nın daha genç kesimi geçen günkü "Onlar mı entelektüel?" yazıma pek kızmış!
Sosyal medyada esip gürlüyorlar.
"Çok şey söyler gibi yapıp hiçbir şey söylemediğimi" veya "aptallara destek çıktığımı" iddia edenler oldu. 1994'ten, yani Yeni Yüzyıl'dan beri hep bunları yazdığım halde birdenbire "böyle" yazılar yazdığıma inananlar oldu.
Normal!
Babaları, ağabeyleri aynaya bakmadılar hiç.
Şimdi bu gençler neden seçim nedeniyle kendileriyle böyle bir yüzleşmeye giriversinler!
Ama daha önce yapabilirlerdi bunu…
Mesela…
Yurtdışında iyi bir üniversiteye okumaya gittiklerinde…
Hani hocaları "bana Fransız gibi konuşma, ben bu konuda bir Türk'ün fikrini merak diyorum!" dediğinde onlara…
"Neden tezini Ortadoğu üzerine yapmıyorsun; neden İslam'dan veya Ortadoğu'dan sözedilirken yüzünü buruşturuyorsun?" diye sorduğunda…
Durup düşünebilirlerdi!
Oysa onlar bir yabancı dergide çıkan Kapalıçarşı fotoğrafının "modern Türkiye'yi yanlış tanıttığı"na inanıp protesto kampanyaları düzenlemeyi tercih ettiler!
Yine de sorun yok!
Zararın neresinden dönülse kardır!
Gelin çocuklar, demek istiyorum onlara…
Önce bir sakinleşelim.
Biraz Anouar Brahem (Enver İbrahim) dinleyelim.
Onu dinlerken Rilke'den veya Cahit Zarifoğlu'ndan mesela, şiirler okuyalım.
Sonra nasılsa, uzun uzun konuşacağız bu konularda!