Umut, umut, deniyor.
Umut yetmez! Daha iyi, daha güzel bir ülkenin mimarisini çizen hayalcilerdir.
1968'liler hayalciydi..
Belki düşünceleri resmi tarihin zincirlerinden kopamamıştı ama hayallerinin ufku çok genişti.
1978'liler de hayalciydi...
Nobran ve kavgacıydılar ama sapına kadar inançla bağlıydılar hayallerine.
İnanmayacaksınız ya, 1988'liler bile hayalciydi...
Onlar da zengin bir Türkiye'yi; hatta bireysel başarıların lokomotif gibi toplumu demokrasiye çekebileceğini hayal ediyorlardı.
Sonra hayaller tavsadı!
1990'lar daha güzel ve daha adil bir Türkiye hayallerinin içimizdeki en küçük kırıntısını bile ezdi geçti.
O dönemde siyasetin ütopyalardan, vizyondan, gelecek tasarımlarından kopuk bir rant yağmasına dönüşmesinin kötü etkilerini hâlâ üzerimizden silemiyoruz.
O yüzden işte...
"Demokratik açılım" denince "hani içi" diye söylenilmesi...
Çünkü statükocular "açılım"ın içini dolduracak hayalciliğimizi kuruttular; asıl açılımı iktidarların değil halkların yapabileceği gerçeğini unutturdular.
Artık bu cendereden çıkmamız gerek!
Bir ülkenin geleceğine dair hayaller kurmak siyasetin en güzel, en güçlü yanıdır.
Ve bazı şeyler vardır ki, hayali, hatta yalanı bile cihan değer.
Hani rivayet edilir.
Mevlana, Tebriz sokaklarında üstadı Şems'i ararken berduşun teki adresini verivermiş.
Mevlana bunun üzerine göz kamaştıran cüppesini çıkartıp berduşun sırtına koymuş.
Aman, demişler, ne yapıyorsunuz, yalan söylediği her halinden belli; öyle bir mahalle, öyle bir sokak yok Tebriz'de!
Gülmüş Mevlana! "Ben cüppemi onun yalanıyla bana kurdurttuğu hayale verdim, gerçekten Şems'in yerini söyleseydi canımı verirdim!"
Şimdi...
Aradığımız bir Türkiye geleceği var mı...
Ki, hayaline cüppemizi, gerçeğine canımızı verelim!