Yaşamdan Dakikalar çekimi sırasında stüdyodaki masamızın üzerinde birkaç nar koydu Nebil.
Antalya Gazipaşa'dan göndermiş dostlar.
Oraya özgü çekirdeksiz narlar...
Öyle soylu ve güzel bir görüntüleri vardı ki!
Şöyle büyükçe olanın üzerine avucumu koydum. Bırakmadım.
Sakinleştim.
Hipnoz hali gibiydi.
Bir ara çekimde olduğumuzu, spotların yandığını, kameraların çalıştığını bile unuttum.
Işık hızıyla çocukluğuma gittim.
***
İlkokul çağımda şanslı bir çocuktum.
Neden mi? Çünkü o sıra taşındığımız evde bana
küçücük de olsa bir oda düşmüştü.
Okuldan dönüşlerimde kapanıp bir daha çıkmadığım bu odaya ancak üzeri kitaplarla dolu küçük bir masa ve yine kitaplarımın, çoraplarımın ve yorganımın birbirine karıştığı bir yatak sığabiliyordu.
En sevdiğim şeylerden biri yaz mevsiminde odamın pencere kenarında oturup dışarıdaki nar ağacına bakmaktı.
Nar çiçeklerinin rengine âşıktım.
Sonra mevsim döner ve...
Ben tam sonbaharın gelmesine bozulacakken ağaçta o güzelim meyveler belirirdi.
***
Nar öyle bir meyve ki...
Sanki insana dış güzellikle tanışmanın pek kolay ama "
iç güzellik"le hemhal olmanın pek meşakkatli bir şey olduğunu öğretir.
Geçen gece eve geldim.
Narı dolaptan çıkardım.
Mutfak tezgâhının üzerine bir tabak koydum. Üzerine de narı!
Yıllar önce yine köşemde nardan söz etmiş ve bu işi bilen okurlarımdan etrafa döküp saçmadan narın içini açmanın yollarını tarif eden mektuplar almıştım.
O an fark ettim ki, bu tariflerin hepsini unutmuşum.
***
Tabağın orta yerindeki nara şöyle bir baktım.
Ah, o
ince hastalık sarısı!
Ah, o
utangaç pembelikler ve ateşli kırmızı çizgiler!
Sıra meyvenin içini açmaya gelmişti.
Hani Anadolu tasavvufunun "
teklik içinde çokluk" veya "
dışı birlik, içi çokluk" diye hikmetlere işaret saydığı manzarayla karşılaşmaya...
Ellerim boyanmaya başladı.
Yine tişörtümde bir iki kırmızı nokta oluverdi.
Umursamadım.
Çünkü eminim artık...
Bu dünyada varsa bir
güzellik, varsa gerçekten
bir tat...
Gül gibidir, batar dikenleri.
Nar gibidir, boyar rengi.