Geçen çarşamba günü içimden gelen sese uydum ve öğle vakti Arkeoloji Müzesi'ne gittim.
Hem müzenin çok sevdiğim bahçesinde biraz vakit geçirecektim.
Hem de Marmaray kazılarında ortaya çıkan bulguların sergilendiği "İstanbul'un Sekiz Bin Yılı" adlı sergiyi gezecektim.
Üstelik bir bahar öğlesinde o kısacık yolda yürümek ne güzel olacaktı!
Hangi yol mu?
Hani Gülhane Parkı'nın üst kapısının bulunduğu alana girersiniz de, sağ tarafta yukarı doğru tatlı bir yokuş çıkar. Topkapı Sarayı Avlusu'dur orası aslında ve sağa doğru sapınca bir tarafta Darphane-i Amire, bir tarafta Arkeoloji Müzesi binaları vardır.
Beni başka türlü etkiler o yol!
Sonbaharda, yerler hazan yapraklarıyla doluyken başka güzeldir...
Bahar ve yaz aylarında da büyük ağaçların gölgesi ve tarih kokan havasıyla insana ferahlık verir.
***
Ama o da ne?
Yolun sol yanında beş araba park etmişti!
Biraz ilerde
İspark levhası vardı. Bir de parkçı..
Buraya park ettirmek de neyin nesiydi?
En fazla beş arabanın yararlanabileceği bir kaldırımcık zaten! Turistik, tarihsel bir bölgenin tam göbeğinde bu kadar asude, bu kadar sevimli ve dar bir yolu resmi park yeri yapmak
şehircilik cinayeti değil de, nedir?
O da bir yana...
Müze ve Darphane tarafına dönülen yerde yol bir barikatla kesiliyordu.
Barikatın üzerinde "
Dikkat, farları söndürün, jandarma bölgesi" yazıyordu.
Yıllar boyu burada görmediğim şeyler!
Hiç değilse Jandarma bölgesi denilen yerde arabalar yoktur, diye düşünerek yürümeye devam ettim ki...
Aman Allahım!
Topkapı Sarayı ve Aya İrini'nin bulunduğu noktaya kadar yolun iki yanına çoğunluğu resmi plakalı onlarca araba park etmişti.
Tadım kaçtı. Vazgeçtim müzeye girmekten.
Yürüdüm. Ayasofya'ya çıktım.
***
Ayasofya'nın çevresindeki manzarayı nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum.
Rezillik demek hafif kalır!
Etrafın turistler ve satıcılarla mahşer yerine çevrilmiş olması yetmiyormuş gibi...
Otobüsler ve özel araçlar meydanı doldurmuşlardı.
Bir çekici son derecede demode bir yöntemle park etmiş araçları çekmeye çalışıyordu.
Durup baktım, bir aracın çekiciye yüklenmesi 20 dakika sürdü. Park eden öteki araçların sürücüleri o yüzden hiç telaşa kapılmadan kahvelerini yudumladılar.
Hemen yan taraftaki Caferağa Medresesi'nin sessiz, sakin avlusuna sığınmak istedim.
Alemdar Sokak'a girdim ki, ne göreyim...
Sokak açık otopark haline gelmiş...
Yürümek neredeyse imkânsızdı.
Turistlerin bütün bunlara katlanıyor görünmesi bizi aldatmamalı! İpin ucu kaçmış, bu çok açık!
Şimdi İstanbul'u yönetenlere soruyorum.
Valiliğe, Büyükşehir ve Eminönü belediyelerine ve Emniyet Trafik Dairesi'ne soruyorum.
Bu manzaradan haberiniz var mı?