Bazıları hayatı şöyle algılıyor: Görünüyorum, o halde varım... Bir "şey" sanılıyorum, o halde başarılıyım... Gösteri ve imaj toplumlarında bu insanların bir yanılgı içinde olduklarını söyleyebilir miyiz?
***
Günler, haftalar geçtikçe Slumdog Millionaire filminin nasıl bir palavra olduğunu, nasıl süslü bir aldatmaca, nasıl trendy bir "ürün" olduğunu daha iyi anlıyorum. Hele dün "Okuyucu/The Reader" filmini seyredince bu gerçek zihnimde iyice belirginleşti. Slumdog Millionaire global ekonomik kriz dönemine uygun biçimde üretilip iyi pazarlanmış bir Walt Disney öyküsü gibi göründü gözüme!
***
Kadınlar ve ayakkabıları... Kadınlar ayakkabılarını bir söz söyler, hatta bir öykü yazar gibi seçip giyiyorlar. O yüzden ne kadar susarlarsa ayakkabıları o kadar konuşup anlatıyor.
***
En çok olur olmaz zamanda, mevsime ve modaya hiç uymadığında bile çizme tercihlerini önemserim. Ah o çizmeler! Güce, özgüvene ve savunma kalkanlarına ihtiyaç duyulan günlerde giyilen ve yere sertçe vurarak yürünen çizmeler... Zırh, kalkan ve kılıç. Hepsi bir arada.. Üstelik şaşırtıcı biçimde kadınca...
***
Yatakta ayıcıklar, ayakta Ugg'lar. "Dışımızdaki çocuk" modası!
***
Bazen birilerinin sevgiyle üstünüze düşmesini istemezsiniz. Kaçarsınız. Yalnızlığı tercih ettiğinizden değil.. Hayır! Hayır! Zorlukla elde ettiğiniz soğukkanlılığınızı kaybetmekten korktuğunuzdan...
***
Beyoğlu'nda kimselerin uğramadığı bir sokakta bir tabela: Rimini Hotel... Camın ardını örten tül perdeler ve lobide çiğ floresan aydınlığı... Tabelayı okuduğum anda yosun ve toz toprak kokusu sarıyor benliğimi. Sanki birdenbire Adriyatik yağmuru boşanıyor gökten.. Derken gırtlağı hırıltılı bir İtalyan yana yakıla şarkı söylemeye başlıyor... Otel adı deyip geçmemeli!
***
Bir de "Emperyal Oteli" var tabii! Gerçek bir otelden değil, gençliğimi avucunun içinde sıkıp buruşturan şiirden söz ediyorum... Hatırlıyorum; 80'lerin başlarında birkaç arkadaş pazar günleri toplanıp edebiyattan, sanattan, psikanalizden, felsefeden konuşurduk. Ama nasıl, neden olurdu bilmem; laf dönüp dolaşıp Attilâ İlhan'ın şiirine gelirdi. Hemen mırıldanmaya başlardık: "Ben hiç böylesini görmemiştim/vurdun kanıma girdin itirazım var." Fazlasına paraları yetmediği için âşıkların sadece üç gece kaldıkları Emperyal Oteli'nde geçirdikleri "rezil bir çarşamba günü"nü anlatır ya şair hani! Ama ne anlatır! "Sabahtır saat beş buçuktur/sen kollarımın arasındasın/onlar gibi değilsin sen başkasın/bu senin gözlerin gibisi yoktur/adamın rüyasına rüyasına sokulur."