Babam poğaça sevdi hep. Önüne poğaçacı çıktığında hiç boş geçmedi. Tokken bile canı poğaça çekenlerdendi.
Şimdi de değişen bir şey yok!
Ne zaman evde camın kenarına oturup kulaklığının düğmesini dışarıdaki seslere kapayarak gazetelerine dalıp gitse...
Eminim içinden "şimdi şu çayın yanında peynirli poğaça olsa, ne güzel olurdu" diye geçiriyordur.
Malum babalar güçlü bir akıntıysa eğer, oğullar uzun bir süre o akıntıya karşı yüzerler.
Delikanlılık çağımda ben de öyle yapmıştım. Poğaça konusunda bile...
Bayatken yavan, tazeyken yağlı ve ağır gelen bu hamur "bohça"lara hiç yüz vermezdim...
Çift kaşarlı tostun üstüne tanımıyordum.
***
Sonra...
Duvarlara yazdığımız sloganların dünyayı değiştireceğine, memleketi kurtaracağına inanacak kadar "genç" olduğum yıllarda...
Saçlarımızı kurşunların sıyırdığı uzun ve tehlikeli bir gece nin sonunda...
Şehrin hiç tanımadığımız bir semtinde bizi terk eden arkadaşlarımız tabana kuvvet ortadan kaybolmuşken...
Sıskacık bir kızla ben...
Yaşadığımız heyecandan midemiz zil çalar ve sabaha kadar saatlerce yürümekten ayaklarımız şişmiş halde... Karşımıza çıkan bir poğaça fırınından içeri girdik.
Camekânı buğulanmış küçücük dükkândaki iki formika masadan birine oturup süt ve poğaça söyledik...
O sabah birçok şeye...
Poğaçaya...
Bir kızın ürkek dudaklarının kenarında kalan süt ve poğaça kalıntılarının güzelliğine...
Ve hayata çok daha sevecen gözlerle bakmaya başladım!
***
Hani geçen gün yazımın bir yerinde...
Gün ağarıncaya kadar İstanbul'un ıssız caddelerinde turladığım bir sabah Çengelköy'de durup poğaça aldığımı söylemiştim...
Annem bile "sen poğaça sever miydin?" diye sormaz mı?
Bu kadar mı kendime saklamışım.
Şimdi ifşa ediyorum işte!
Fırından yeni çıkmış sımsıcak bir poğaçanın üzerine kahvaltılık tanımam.
Ama saati var!
Poğaça demek sabahın çok erken vakti demek benim için.. İşçilerin uyanıp yavaş yavaş yola döküldüğü, çöp kamyonlarının harıl harıl çalıştığı, sokak kedilerinin kapı önünde bekleştiği saatler...
***
Bir de sevgiliyle paylaşılan poğaçanın tadı var ki, o ayrı bir lezzet.
Nasıl mı? Anlatayım... Onu uçağa veya otobüse yetiştirmeniz gerekiyordur.
Hava karanlıkken kalkarsınız. Valizleri kaptığınız gibi dışarı çıkarsınız.
Ayrılık vakti gelip çatmıştır; zihin bulanık, kalp huzursuzdur.
"Gitmeden bir şeyler yeseydik" diye mırıldanır. O saatte açık tek yer yol üzerindeki poğaçacıdır.
Poğaçalar ve bir kutu meyve suyu alınır.
Havaalanına veya otobüs terminaline kadarki yolda garip bir ayin başlar sanki...
Her lokmada sevdanız büyür, her lokma etiniz kanınız, ruhunuz olur; karşılıklı paylaşırsınız.
Yani...
Ben "poğaça" deyip geçemem!