Bir ağaç gibi köklerine bağlı olmak gerek.
Bir ağaç gibi çok güçlü ama en sert rüzgârlara dahi direnebilecek kadar esnek olmak gerek.
Bütün mevsimlerle bir ağaç gibi yüzleşmeyi; yağmura kara aldırmamayı, gün gelip kupkuru dallardan yemyeşil filizler vermeyi becermek gerek.
Hani uzunca beklemek, bekletilmek ve bekleye bekleye perişan olmak anlamında sokak dilinde " ağaç olmak " deniyor ya...
Oysa beklemek, direnmektir.
Beklemek, sevmektir.
Ve bu anlamda bile ağaca benzemek anlamlıdır.
***
Ama bir dakika!
İnsanız biz.
Gerektiğinde ve zaman zaman ağaç gibi olabiliriz fakat ağaç olamayız.
İspanyol yazar Juan Goytisolo'nun çevirmeni Neyire Gül Işık yazarla kimlik duygusu, coğrafya ve tarihin kimlik duygumuz üzerindeki rolü hakkında sohbet ederken...
" Köklerimiz önemli... Kökler meselesi çok çetin mesele" diyecek olmuş.
Sözünü kesmiş Goytisolo...
Ve " insan nihayetinde ağaç değildir; insan kalkar, yürür gider" demiş.
***
Evet, insan kalkar, yürür gider.
Öyle olur ki, köklerini koruması için bile gitmesi gerekir insanın.
Tarihini, coğrafyasını, kimlik duygusunu koruması için...
Onurunu koruması için...
Hatta bazen çok sıradan, çok gündelik gözüken bir biçimde...
Sevmek ve sevilmek için...
" Yer "ini terk etmesi; alıp başını oradan gitmesi gerekir bazen.
Aslına bakılırsa eğer toprağı, suyu, havası insanın kendi içinde değilse...
Vay haline!
***
O yüzden işte...
" Bilmek " eşsiz bir meziyettir.
Ne zaman duracağını, ne zaman gideceğini bilmek...
Ne zaman ağaç gibi, ne zaman daldaki kuş gibi davranacağını bilmek...
Rüzgâr zorlasa bile ayakta kalabilmeyi...
Zamanı gelince rüzgârı beklemeden çekip gidebilmeyi bilmek...