Terörist zavallıdır! Sersemliğini göremeyecek kadar gaddar bir kibiri ve kör bir nefreti vardır. Terör asla siyasalsosyal hedeflerine ulaşamaz. Bunun tek bir örneği bile yoktur, olmamıştır. Kuleler yıkılır ama kurumlar ayakta kalır. Ocaklar söner ama düzen sürer. Terör, bir devlete, bir düzene değil insan varlığına ve tek tek insanların en iyi hasletlerine; sabrına, sevgisine, cömertliğine saldırır. Terörist işte bu gerçeği bilmeyen-bilemeyen-bilmesi istenmeyen zavallıdır.
***
Mevlana'nın "ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol" sözünü gündelik samimiyet ve dürüstlük hakkında bir çağrı gibi görüp ağzına sakız yapanlara şaşıyorum. Ne kolaycılık Allahım! Hani arkası bunun? "Şefkat ve merhamette güneş gibi ol/başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol/hiddet ve asabiyette ölü gibi ol..." Bu tavsiyelerle ilgilenen var mı peki?
***
Dokunmak... Güzel! Sıcak! Ve nasıl da geri dönüşsüz!.. Çok sıradan sandığınız bir dokunuşun kişisel hayatınızda bir milat olduğunu çok sonra fark ettiğiniz oldu mu hiç?
***
Dokunmak... Yara açmak ve aynı anda açtığın yarayı tedaviye kalkışmak!
***
Keşke iddia edildiği gibi davranışlarımızın gelişmiş bir dili olabilseydi! Keşke kimilerinin sandığı gibi gözbebeklerimiz gerçeği söyleseydi! O zaman sözcüklerin böylesine esiri olmaz ve konuşa konuşa yalanları çoğaltmazdık.
***
Taraf'ın 20 Soru20 Cevap anketinde "en sevdiğiniz kelime?" sorusuna "su" cevabını verdim. Sonra hatırladım. Bir ilköğretim öğrencisi de benimle okul ödevi için böyle bir anket yapmıştı ve aynı cevabı verdiğimde gözleri parıldamıştı: "Ben de en çok o kelimeyi seviyorum!" Neden, diye sormuştum. "Yağmur damlası gibi" demişti; "kısacık, minicik!"
***
Su!.. Türkçe'nin en güzel kelimelerinden biri... Sanki kirlenmesin diye; öylesine berrak, akışkan ve "aziz" kalsın diye kısa tutulmuş! Ama o tek hecenin içinde nasıl da dolgun ve yoğun bir ses var.
***
Bir arkadaşım da " hayat " kelimesini çok sevdiğimi vurgulamıştı: "Sen aslında en çok 'hayat'ı seviyor olmalısın!" Evet! Dikkat ediyorum da yazarken ne yapıp edip bir yerde "hayat" diyorum sanki! Güçlü, iri ve girdiği h er yere can katan bir ses!
***
" Yaşam " kelimesi ne kadar cılız, suyu çekilmiş geliyorsa kulağa ; " hayat " o kadar diri!
***
Bir de " ömür" var! Sanki " hayat" tümüyle bizim tarafımızdan yoğurulmuş, karılmış bir cevherdir de, "ömür " emanettir. " Hayat " kaderi değil, iradeyi ve pop müziği sever gibidir. " Ömür " ise kadere ve zamana teslimdir; şarkıları, en çok da alaturkayı sever...
***
Siz de hastanelerden içeri girerken elinde olmadan sararıp solanlardan mısınız? Sanki birazdan yalan makinesine bağlanacak bir yalancı gibi...
***
Artık kesinlikle eminim. Hastalıklar kendilerini savunur ve bunun için bizi kullanırlar. Hekimle konuşurken tuhaf bir duygu yakanıza yapışır. En azından bir iki şikâyet veya belirtiyi kendinize saklamak için karşı konulmaz bir istek oluşur içinizde. Hatta bile bile doğruyu söylemediğiniz bile olur da kendinize şaşarsınız. Bir tür utanç sanırdım bunu. Bir mahremiyet arayışı belki... Hayır! Değilmiş. Yıllar sonra anladım: Meğer bu yolla gizlenip saklanmaya çalışırmış hastalık!
***
Sevdiğimiz hep iki kişidir! Biri sevgilinin yanıbaşımızdaki halidir, diğeri bizden uzaktaki hali... Ve bu "iki kişi"yi her zaman farklı severiz.