Bir koyundan iki post çıkarmaya kalkıyor bu adam" demeyin olmaz mı? Haber sayfalarında İsrail-Filistin üzerine yazıp görüntülediklerimden gayrı bu köşeye de aynı coğrafyadan satırlar iliştirmemi; "kabız muhayyileme" vermeyin aman haa!.. Evet, coğrafya aynı ama formatların özgürlük alanları farklı. Birinde
görüp, işitip,
öğrendiğine sadık kalacaksın ille ki. Çünkü haberin sınırı özüyle müsemma. Ama bu köşede; tasavvurun da, nostaljinin de, edebi lezzetin de oturacak sandalyesi var... Haydin öyleyse savrulmaya davetlimsiniz. Gelin takılın, siz de savrulun
peşim sıra...
Zeytin Dağı
Bilmem okudunuz mu? Falih Rıfkı üstadın Zeytin Dağı romanı yaman bir romandır. Evveli bir tarihlerde Osmanlı Devleti, Arap
Yarımadası üzerinde hükümranken, Cemal Paşa, ordusuyla Filistin civarındadır. Falih Rıfkı da bir güzel (!) rastlantı sonucu yedek subaylığını Filistin ve Suriye'de, hem de Cemal Paşa'nın özel katibi olarak yapar. Orada yaşadıklarını, hissettiklerini 1930'lu yılların başında romanlaştırır, kitap edip basar. Zeytin Dağı'nda anlatılanlar bunlardır işte...
Asker anası
Okudukça anlarsınız ki; yalnızca aklı, kalemi kuvvetli bir genç zabitin anıları değil aynı zamanda koca bir imparatorluğun son nefesini verdiği sürecin de tasvir edilişi vardır romanda. Satırlar kimileyin gelir, bir Yemen hançeri gibi ta böğrünü yarar insanın. Mesela bir yerinde, Birinci Dünya Savaşı sonunda yaşlı bir asker anasının tren garında oraya buraya koşturup yakalara yapışarak feryat ettiğini okursunuz; "Ahmet'imi gördünüz mü? Ahmet'imi gördünüz mü ağalar, beyler?.."
Sonra Falih Rıfkı'nın daha yakıcı sözleri gelir; "Hayır, Ahmedini görmedik. Hiç kimse görmedi. Çünkü biz Ahmet'ini kumarda kaybettik."
Dedem öyle diyo!..
Kudüs'e gidiş yolu üzerinde seyrederken bölgeyi iyi bilen bir yurttaşımız eliyle işaret edip; "Bak işte orası Falih Rıfkı'nın Zeytin Dağı" diyor. İlk gençlik yıllarımda okuyup, usuma çivi yazısıyla kazıdığım hayali bir anda yıkılıyor koca bir dağın. Çünkü şimdi orada çıplak gözle gördüğüm yüzlerce Yahudi mezarı, bunların az aşağısında sarı, yaldız damlı Rus kilisesi, toz ve toprak rengi bir yığın bina.
Büyükbabam geliyor aklıma. Tarihe, dine, efsaneye merakı müthiş o yaşlı adamın anlattıkları nasıl olur da doğru olmaz?.. Sırat köprüsü burada kurulacaktı hani? Bir ayağı hemen sağ
yanımızda yükselen Kubbet'üs Sahra'nın son cemaat yerinde, diğer ayağı o Yahudi mezarlarının orta yerinde, Zeytin Dağı'nın göğüs kafesinde olacaktı, ne oldu?..
Hatıralar sarmış
Az sonra Harem-i Şerif kapısının önündeyiz. İçeride İslam dünyası için olabildiğince değerli, kutsal mabetler, kabirler, hatıralar var. Ama kapıda da yaş ortalaması 25 olan, tepeden tırnağa silahlı İsrailli Mavi Polis gençleri. Bunları genellikle Dürziler'den seçiyorlarmış. Nedenleri aşağı yukarı tahmin edersiniz.
Yalan yok!..
İki yüzlülük yapmayayım. Din bilgisi ve itikatları çok kuvvetli bir adam sayılmam. Ama böyle oluşum Kudüs'e gelince, içimde başka yerlerde duyumsamadığım türlü çeşit saf, coşkulu tıkırtılar hissetmemi engellemiyor. Peygamber Efendimizin Mirac'a çıktığı zaman üzerine bastığı Muallak Taşı'nın
bulunduğu Kubbetü's Sahra ve Mescid-i Aksa'nın bulunduğu bu bölgede sanki bir tılsım var da gireni başka biri ya da bizatihi tam kendisi ediyor anında...
Bal saçıyor
Oraya mekânların tarihini iyi bilen biriyle gitmenin yararını daha iyi anlıyorum. Yanımdaki arkadaş anlatmıyor, ağzından bal saçıyor çünkü. Diyor ki; "Peygamber Efendimiz, Hicret'ten bir yıl kadar önce Recep Ayı'nın 27. gecesinde Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya gelmiş, oradan göklere ve yedinci gökten sonra Allah'ü
Teâlâ'nın takdir ettiği mekânlara götürülmüştür. Mescid-i Aksa'nın adı, Kur'an'da İsra Suresi'nin ilk ayetinde geçer. İsra Suresi'nin birinci ayeti kerimesinde Mescid-i Aksa ve çevresinin mübarek kılındığı bildirilmiştir."
En uzak mescit
Aksa uzak, en uzak demekmiş. Yani uzaktaki mescit anlamınaymış caminin adı. Hazreti
Muhammed'in geldiği en uzak yer olduğu için buranın adı böyle konmuş. Bahçenin hemen kıyısında
Burak Camii var. Küçük fakat mimari bir şaheser bu cami. Adını peygamberimizin atından almış. Yan duvarının alt kısmı
Yahudiler'in kutsal mekânı Ağlama
Duvarı olarak kullanıldığı için garip hissediyor insan
Kudüs surları
Kudüs'ü dış düşman taarruzlarından sakınan surları ilk yaptıran Selahaddin Eyy olmuş. Ama nedense 30-35 yıl sürmüş surların ömrü. Aradan yıllar yıllar geçmiş. Ve Kanuni Sultan Süleyman, Eyy temelleri üzerine surları yeniden inşa ettirmiş. Her yanı kılcal damarlar gibi saran dar, kavisli, taş sokaklar var ki gezerken; "büyülenmek bu
olmalı" diyor insan içinden.
Oku bakiim!..
İsrail polisinden gayrı Filistinli görevlilerin de kimlik kontrolü var. Müslüman olmayanı içeri almıyorlar. Bazen dualar ettiriyor, İslam'la ilgili sorular sorup sınıyorlar gelenleri. İçerideki muhteşem manzarayı kısmetse yarın anlatırım olmaz mı?