Bir gün bir eğlence mekânında ısrar edip; "Hadi ne olur çık da, bir iki kelam et. Birkaç şiir, türkü filan oku" diyerek sahneye davet ettiler... Kırmadım çıktım ben de.
Selam kelam faslından sonra, şöyle damar bir şiire başlamış ve yarılamıştım ki, arka masalardan sıtma görmemiş bir ses yükseldi; "Ne arıyon len sen orda? Televizyon mu len orası? Çabuk in otur yerine!.."
Ne işin var orada?
Buz gibi bir hava doldu ortama. Şiir filan güme gitti. Bizim masadan birkaç arkadaş adama hö yapıp; "etme yapma" filan dediler ama o daha da celallenip bu kez bir de ayağa fırlayıp bağırmaya devam etti: "Senin yerin televizyon ekranı efendi. Git oradan göster boyunu. Bırak da solist şarkısını söylesin. Sahnede ne işin var se
nin?.."
Ben de senin!..
Hani "insanın hayatı film şeridi gibi" muhabbeti vardır ya, aynen de ondan oldu bana. Dahası; sahnenin oradan adamın üstüne plonjon yapsam mı, mikrofonu kafasına doğru fırlatsam mı, ya da sunturlu bir Kasımpaşa sinkafı çeksem mi diye düşündüm ışık hızıyla.
Ne olacak?
Sonra birden aklıma başka bir şey yetişti. Kendime bile şaşırtıcı gelen bir sakinlikle dedim ki; "Bu bey kardeş doğru söylüyor. Benim yerim televizyon ekranı. Lakin bir noktada yanılıp 'ne işin var senin orada?' diyor. Ne işim olacak? Burası... Yani sahne benim babamın yeri. Hatta sırf babamın da değil ilaveten bir de anamın yeri..."
Öpücük oldum
1-2 saniyelik sessizlikten sonra bir alkış koptu salondan. Önce şaşkın şabalak bakakalan adam bile lafın ardını anlayınca kocaman bir kahkaha atıp alkışlamaya başladı. Hatta sahnenin ortasına kadar gelip sarılıp öptü yanaklarımı...
Esnaflık bu
Sonra epey konu ettik bunu arkadaşlar arasında. Öyle ya; rahmetli peder bey tam 55 yıl çadır tiyatrolarından halkevi salonlarına, asker matinelerinden panayırlara, yazlık sinemalarda film öncesi şovlardan 5 yıldız gazinolara kadar her bir yerde halkın huzuruna çıkmış bir sahne esnafıydı.
Tapusu bende
Anama gelince. Allah ömürler versin 70 yaşının 52 yılında sahnelerde oldu anam. Ben daha onun karnında sahneye çıktığı için manevi tapusuyla doğmuş gibiyim sahnelerin.
Yalan yok
Aslında sülalemize bakınca biraz da İtalyan sirklerinin nesilden nesile nöbet devralan trapezci ailelerine benziyoruz. Dayım, halam, teyzem, kız kardeşim ve yeğenlerimin tekmili musikiyle, şarkı türküyle ve elbette sahneyle iştigal etmekte. Aradan ben kaçak yapıp gazeteciliğe firar edince epey bozulmuştu bizimkiler yalan yok...
Delirtti beni
İmdiii!.. Gelelim bunca lafı niye ettiğime... Ailenin sahne geleneğini sürdürmeye kavil etti benim oğlan da, buradan ora
ya bağlayacağım lafı. Her türlü baskı ve light şiddet uygulamasıyla harici memleketlerde Sinema-Televizyon okuttuğumuz Ulaş efendi memlekete döner dönmez; "Dede-Babaanne yoluna baş koyacağını" söyleyip deli etti beni.
Olmak üzerine
Daha 3-4 yaşındayken kendisine 'ne olacaksın büyüyünce?' diye soranlara 'şarkıcııı' diyen o çocuk büyüdü, kazık kadar oldu, hâlâ aynı tas aynı hamam vaziyetlerde; "Şarkı söylemek istiyorum. Sadece şarkı yazıp şarkı söyleyince mutlu oluyorum" diyor, elden ne gelir ki?..
Cadı kazanı
Dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım. "Bu sahne işi saygın iştir, onurlu iştir ama beter zahmetli iştir evlat. Kırıcı, yıkıcı, yıpratıcı, örseleyici bir iştir. Hele şimdi saplarla samanların, kuru ile yaşların kaynak olmuş vaziyetleri var ki ortam daha bir cadı kazanı. Gel vazgeç.
Beste yapacağına ticaret yap, şarkı söyleyeceğine dal hayatın içine bol bol yalan söyle" dedim ama nafile.
Potansiyele bak
Hangi çocuk laf dinliyor ki bizimki dinlesin? Kararından milim şaşmadı, "Şarkıcı olacağım, sahnede kalacağım" diye inatlaştı benimle. Yakın dostlardan bu tartışmalara tanık olanlar da hep onun tarafını tuttu. Dediler ki;
"Arkasında işin duayeni babaannesi var. Yanı başında medyanın içinde yoğrulmuş senin gibi çevresi, etkisi geniş bir baba var. Kim önünü tıkayıp kim kelek yapabilir ki bu çocuğa?"
Semer dövmek
Böyle diyenlere hem içimden hem dışımdan güldüm ben de. Ve anlatmaya çalıştım; "Bu temaşa işlerinde, yanim yeni moda deyimle şov dünyasında kurallar tersine işler agalar. Hasbelkader mevcut bulunan kıl kadar etki kudretim varsa o gelir tokat gibi çarpar çocuğun yüzüne. Eşeğini dövemeyen semerini döver hesabı; bana kimin gıcığı, garezi, hasımlığı varsa tutar ondan çıkarır acısını.
Sezen Aksu'ya sorun
"Nasıl yani?.. Olur mu hiç öyle şey?" dedi hepsi.
Ben de; "Öyleyse gidin Aylin Livaneli'ye sorun. Erol Evgin'in oğlu Murat'a sorun. Süheyl'le Behzat Uygur'a, Sezen'in oğlu Mithat Can'a, Ali Sunal'a sorun mesela. Nerelerde nasıl kırılmışlar, şaşırmışlar, kahredip küsmüşler, onlardan dinleyin başlarına gelenleri. Ne demek istediğimi o zaman anlarsınız" dedim.
Racon kesildi!..
Bunları söyleyip kimseyi ikna edemeyişimden 3 gün sonra inanması güç bir haber Müge Anlı'nın Vatan'daki köşe yazısından gelmekte gecikmedi. Bahçeşehir Belediyesi'nin düzenlediği bir organizasyonda sahneye çıkmasına beş kala durdurmuşlar oğlanı. Gecenin as solisti Deniz Seki kardeşimiz organizatöre çıkışıp; "Bu çocuk Savaş Ay'ın oğluymuş. Ben Savaş Ay'ı sevmem, onun oğlundan sonra aynı sahneye çıkmam!" deyip raconu kesmiş.
İlk kez böylesi kalabalık seyircinin önüne çıkacak diye heyecandan içi içine sığmayan bizim delikanlı da; "Konserin ertelendi!" denince, elinde gitarıyla heykel gibi donakalmış oracıkta.
Ağır bedel
Bence yerden göğe haklı Deniz kardeşim. Tırnaklarıyla kazıyarak, ağır bedeller ödeyerek geldiği bu noktada, kendisini izlemeye doluşmuş kalabalıkları toy ve meçhul bir heveskârla niye paylaşsın ki? Orası o şapşal şarkıcı çocuğun babasının yeri mi?..