Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ENGİN ARDIÇ

Taksit taksit devrim

İşte kendileri söylüyorlar: 30 Ağustos, taa 1935 yılında bayram olmuş! Evet evet, ancak zaferin on üçüncü yıldönümünde... Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin taa 1935 yılının mayıs ayında çıkardığı bir kanunla.
Daha önceleri yalnızca Ankara, İzmir, Afyonkarahisar, Denizli ve Kahramanmaraş'ta kutlanırmış, yalnızca beş ilimizde. (Laf aramızda, Antep hemen "gazi" yapılmıştır ama Maraş'ın "kahraman", Urfa'nın da "şanlı" edilmeleri epey sonradır.)
Neden? Neden 30 Ağustos'u yurt çapında milli bayram ilan etmek ancak 1935 yılında akla gelebiliyor?
Hani, 19 Mayıs'ı bayram ilan etmenin de ancak 1938 yılında akla gelebildiği gibi... (Daha önce spor gösterileri var ama resmi bayram yok, kanunu Atatürk'ün ölümüne beş ay kala çıkarıyorlar!...)
"30 Ağustos'un resmi olarak Zafer Bayramı ilan edilmesi için 13 yıl geçmesi gerekti" diyorlar. Niçin gerekmiş? Sorun neymiş?
Her siyasi renkten her Türk'ün ortak zaferi, ortak kıvanç günü olan bu 30 Ağustos'un tam on üç yıl boyunca yalnızca beş vilayette kutlanmasının bir nedeni mi varmış? Niçin cumhuriyet kurulmadan, ya da hemen kurulur kurulmaz, ya da ertesi yıl ilan edilmiyor da on üç sene bekleniyor? Bir sakınca mı varmış? Yunanistan'a ayıp mı olurmuş?
Tarihçiler bizi aydınlatsınlar. 30 Ağustos'larda laga luga yapmak marifet değil, gazeteciler de yazsınlar.
Aksi takdirde ben konuşacağım...
Diyeceğim şudur: Haaa, demek ki, otuzlu yıllarda Ankara rejiminin "karakteri" değişmiş... 1923 yılında başka bir Türkiye, 1933 yılında daha da başka bir Türkiye varmış.
Ankara'yı ve Türkiye'yi, 1931 yılından başlayarak "Mussolini eğilimli bir zihniyet" teslim almış... Bu zihniyet, Ankara'yı ele geçiren İsmet İnönü ve Recep Peker zihniyetidir. İyice yerleşmek için de Atatürk'ün hastalığını, zayıf düşmesini beklemiştir.
Elbette 1925 yılında her türlü çatlak sesi susturan Takrir-i Sükûn Kanunu'yla, 1930 yılında Serbest Fırka'ya önce izin verilip sonra kendi kendini feshetmeye zorlanmasıyla bu değişikliğe çanak tutulmuş, dünya ekonomik krizi patlayınca da daha kesin uygulamaya geçilmiş...
Bu arada, daha önce gerek görülmeyen birtakım bayramlar da icat edilmiş... Meclisin açılmasının yıldönümü bile "çocuk bayramı" yapılarak sulandırılmış...
Bu ne biçim devrim rejimidir ki, şapka giydirmek için iki sene, yazıyı değiştirmek için beş sene, soyadı vermek için on bir sene, kadınlara seçme ve seçilme hakkı sağlamak için on iki sene bekler?
Bu ne biçim devrimdir ki, önce eski yazıyla banknot bastırıp hemen ertesi yıl yazıyı değiştirir, fakat yeni yazıyla yeni banknot bastırabilmek için de on sene bekler ve on sene boyunca vatandaşın cebinde "kanunen yasak olan eski yazılı" banknotlar bulunur, ödemelerini bunlarla yaparak en başta devlet kendi yasasını kendisi çiğner?
Taa 1938 yılına kadar tedavüldeki banknotların eski yazılı olduğunu biliyor muydunuz? "İkinci emisyon" tabir edilen yeni yazılı banknotlar ancak Atatürk'ün ölümünden kısa bir süre önce, hatta çoğu da (büyük kupürler) ölümünden sonra piyasaya çıkarılabilmiştir!
Bilmiyordunuz. Hele sabredin, daha neler öğreneceksiniz...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA