Görmemişin biri İspanya'ya gitmiş, kırk gün lafını etmiş...
Pek görmemiş de sayılmayız ama (laf aramızda, bu üçüncü gidişim), kalbim Akdeniz'in batı yakasında kaldı. Yeni keşfettiğim "kral arkadaşım" Juan Eslava Galan'la takılıyorum ya, ondandır. (Şu adamı kimse Türkçe'ye tercüme etmeyecek mi yahu?)
İkinci cilde geçtim, "Korku Yılları", Los Anos del Miedo... İspanya'nın iç savaş sonrası, kırklı yılları.
Franco döneminin öküzlüklerini anlatıyor.
Açlığı, karaborsayı, hapisleri, idamları, yasakları, baskıyı, korkuyu...
Beş yüz elli sayfa boyunca çok ayrıntılı anlatıyor ama bizi en çok ilgilendirecek yanlarına eğilelim.
Okurken bir yandan da Miguel de Molina çalacak tabii, "La Bien Paga" şarkısı...
Basilio Martin Patino'nun aynı dönemi anlattığı o eşsiz belgesel filminde, "Bir Savaş Sonrası İçin Şarkılar" filminde olduğu gibi.
Bunları ukalalık olsun diye yazmıyorum, DVD'si var, eliniz değerse seyrediniz. Örneğin Madrid'de Picasso'nun ünlü "Guernica" tablosunun sergilendiği müzeye giderseniz, orada sürekli oynatıyorlar... Son zamanlarda ülkemizden İspanya'ya giden turist sayısı bir hayli artmış diyorlar da, hani o bakımdan yani.
Miguel de Molina eşcinseldi, "Miguela" derlerdi, bir akşam üç polis tiyatronun sahne kapısından bunu almış, bir izbeye götürüp eşek sudan gelen kadar dövmüşler (arkada İspanyol bayrağıyla resim de çektirdiler mi acaba?), İspanya'da yaşatmayacaklarını anlayınca Buenos Aires'e göçetmiş ve orada ölmüş. Felipe Gonzalez hükümeti İspanya adına kendisinden özür dilemiş ve madalya vermişti. Molina'yı döven polislerden biri daha sonra Madrid'e belediye reisi olmuş.
İspanya'da, Franco döneminin hele ilk on yılı, bize çok benziyor!
Yerel diller, yani başta Katalanca olmak üzere Galiçya ağzı ve apayrı bir lisan olan Baskça kesinlikle yasaklanmış. Yayın yapmak bir yana, sokakta konuşmak bile yasak.
Ortalıkta "vatandaş İspanyolca konuş" gibilerden birtakım pankartlar, ilanlar... (Hable bien, sea patriota, no sea barbara... Doğru konuş, göbeğini kaşıyan ayı olma!)
Zorunlu din dersi tabi...
Bir de "isim değiştirme" furyası.
Madrid'in ünlü ve pek güzel bulvarı Paseo de Recoletos'a, iç savaştan birkaç gün önce öldürülen sağcı lider Calvo Sotelo'nun adını veriyorlar, Franco'nun gençliğinde teğmenlik yaptığı Ferrol'a "El Ferrol del Caudillo" diyorlar (önderin şehri anlamında), ama benim demem o değil. ("Kahraman Sevilla, Gazi Salamanca, Şanlı Zaragoza" falan yok, hayret.)
İçinde "kızıl" ya da "kırmızı" geçen hemen her şey değiştirilmiş. 12 Mart döneminde "bizimkiler" de Kızıltoprak'ı "Güzelyer" yapmayı düşünmemişler miydi?
"İşçi" kelimesi sol koktuğu için(!) kaldırmışlar, "üretici" demişler.
Çocuklara konulmuş İnyaki, Sadurni, Jordi gibi Katalan isimleri (maçlardan bileceksiniz) zorla Jose, Ignacio, Javier gibi Kastilya isimlerine çevirilmiş. Ana babanın rızası olmadan.
Allah Allah, bu size birşeyler hatırlatmıyor mu?
İçinde "enternasyonal" kelimesinin geçtiği herşeyi "nasyonal" yapmışlar, özelikle otel isimlerini.
Kamelyalı Kadın Marguerite Gautier'yi bile, Fransa'yı sevmedikleri için millileştirmişler, Margarita Gutierrez olmuş!
Fakat en güzeli geliyor şimdi, sıkı durun: "Rus salatası" var ya, hani biz onu "Amerikan salatası" yapmıştık...
Bunlar Amerika'yla da o dönemde papaz oldukları için "emperyal salata" demişler, imparatorluk salatası!