İstanbul'da bir "yazarlar toplantısı" yapılıyor. Çeşitli ülkelerden yüz kadar yazar gelmiş, Hilton otelinde tepişiyor. Bizim yerli işgüzarlar da elbette orada "ispat-ı vücut" etmiş bulunuyorlar.
Bu toplantıya katılacak olan Hint asıllı İngiliz yazarı (sömürge askeri!) V.S. Naipaul, başını Hilmi Yavuz'un çektiği sıkı bir "Müslüman yazarlar tepkisine" yol açtı, gelmekten vazgeçti.
Çünkü Naipaul, İslam'a düzenli olarak hakaret eden bir adam. ("V.S." denilip geçiliyor, adamın adı "Vidiyadkar Surajprasad", ama Batılı efendilerine bunun telaffuzu zor geleceğinden onları yormak istememiş, kısaltmasını kullanıyor... 2001 yılında Nobel de almıştı.)
Önemli ve büyük bir yazar da değildir. Bir Marquez'in, bir Cortazar'ın, bir Puig'in, bir Llosa'nın yanından bile geçemez. Pek pek Salman Rüşdü kadar hükmü vardır.
Eee?
Eee'si bu işte, Naipaul gelmedi.
Ona bakarsanız, Orhan Pamuk da gelmedi.
Bu konu halkımızı hiçbir şekilde ilgilendirmediği için de, az satışlı gazetelerin kültür ve sanat servislerinin dışında yankı bulmadı.
Bu toplantı bu nedenle ne kazandı, ne kaybetti?
Hiçbir şey.
Bu adamlar İstanbul'da toplanacaklar da dünya ve özellikle Avrupa edebiyatına "nizam ve intizam" mı verecekler? Yoo...
Örneğin 1934 yılında Moskova'da toplanan ve komünizmin "yol arkadaşı" bütün Avrupalı yazarları "sosyalist gerçekçilik" akımının nizam ve intizamına sokan ünlü yazarlar kongresi gibi bir durum mu var ortada? Elbette hayır.
Ya da aynı yılın sonlarında Paris'te, Maubert semtinin Mutualite salonunda toplanan ünlü yazarlar kongresinde olduğu gibi faşizme karşı tek yumruk mu oluşturacaklar?Yok canım daha neler.
Öyleyse niçin toplanıyorlar, neyi tartışacaklar, bir karara mı varacaklar? Karara varsalar bu kimi ırgalayacak?
Hem "turistik gezinti" amacıyla, hem de kendilerine önem katmak ve "egolarını şişirmek" için toplanıyorlar, hepsi bu.
Kitap fuarlarında imza günü düzenlemek gibi bir şey. İlk sayfası imzalı olunca kitabın edebi değeri artmıyor, yalnızca ileride bir gün "müzayede değeri" artıyor, o da yazar kalıcı olmayı başarırsa tabii...
Herhalde toplantının sonunda bir bildiri yayınlanacak, "kültürlerarası buluşma" falan gibi iri laflar edilecek, bu da kültür ve sanat servislerimizdeki gençleri pek heyecanlandıracak, bu arada Boğaziçi'nde bol bol balık yenip rakı içilecek, sonra herkes evine dönecek. Bu kadar.
Elbette buna "2010 yılının Avrupa kültür başkenti İstanbul'un dev etkinliği" falan gibi bir kılıf da uydurulacak. İstanbul Belediyesi'nde kültür ve sanat işlerine baktığı dönemde gene Hilmi Yavuz'un düzenlemiş olduğu ve şiir sanatına katkısını o günden beri çözemediğimiz "şairler toplantısı" gibi bir şey yani...
Yazar oturur kitabını yazar. Başarılı ya da başarısız olur. Oradan oraya sazan gibi seğirtmek yazarın yazarlığına ne bir fayda sağlar ne de bir zarar verir. Bu gibi turistik "vesileleri" bundan fazla ciddiye almayınız.
Arthur Koestler'i bildiniz mi? Bu şekilde, o uluslararası kongre senin bu uluslararası toplantı benim, elinde çantasıyla oradan oraya seğirtip duran akademisyenleri anlatan bir roman yazmıştı...
Romanın adı "The Call-Girls"...
Türkçesi kibarca "tele kızlar", düz deyimle orospular.
Ama biz söylesek küfürbaz yazar oluruz, Koestler söyleyince herkes çokbilmiş çokbilmiş başını sallar.