Temel dönüp Fadime'ye Anıtkabir meselesini anlattı ya, taktım kafayı... Hani Anıtkabir'i "çorabı kokanların girmemeleri gereken bir yer" olarak tarif etmişti, çünkü sonra Anıtkabir'i "dezenfekte etmek" gerekecekti... Fadime'yi uyarmıştı. Bak Fadime, sonra uyarmadı deme... Göbeğini kaşımak da yasaktır. Çünkü orada göbeğini kaşıyan ayı, oyunu da CHP'ye vermez. Terbiyesiz.
Temel orayı "ayakkabı çıkarılarak girilen cami gibi bir yer" sanıyor olmalıydı.
Çünkü, ayakkabı çıkarılmayınca çorap nasıl koksun? Kokuyu hangi burun alsın?
Üstelik, mermer zemin koku tutmaz. Ayrıca, Anıtkabir kapısı kapatılan bir yer değil, havadar...
Abartılı yüksekliği, bronz kapıları, mermer zemini, mermer duvarları, duvar diplerinde yanan bronz meşaleleriyle hani ufaktan bir eski Berlin tadı, bir "Reichskanzlei" havası, bir Nazi mimarisinin "gustosu" da yok değil ha!... 1953 yılında bitirildi ama proje 1944 tarihli... Emin Onat ile Orhan Arda, Albert Speer'den epeyce "etkilenmiş" olmalılar. Bakın bakalım, kabartmalarda da bir Arno Breker lezzeti görecek misiniz?
İlle dezenfekte edilecekse de bu görevi Türk dezenfektanlarına emanet ediniz. Yabancı marka kullanmayınız. Yerli malı, yurdun malıdır.
Acaba ayakkabı çıkarmamakla orayı "profane" mi ediyoruz, yani kutsallığını mı zedeliyoruz? Kafama taktım bunu.
Gerçi türbe ziyaretinde ayakkabı çıkarılmaz ama orası bir türbe değil ki... Hükümeti protesto etmek isteyen vatandaşların toplandıkları bir forum. Tandoğan-Rasattepe hattı. Her cumhuriyet mitinginden sonra mutlaka gidilen son durak. Ana muhalefet merkezine çevirdiler.
Fakat binlerce kişi ayakkabı çıkarmaya kalkarsa da, bunların "araklanma" tehlikesi epey artacak. Ayakkabısı çalınanlara eve kadar idare etmeleri amacıyla vermek için "tokyo" bulundurmak gerekecek.
Hastanelerde kullanılan "galoş" uygulamasına geçilse, bunları birkaç liraya satıp yolunu bulanlar türeyebilir, hemen her devlet hastanesinde olduğu gibi... "Hademe maaşı yetmiyor, bu yüzden başhekim bey göz yumuyor abi, ek gelir sağlıyoruz" derler genellikle.
En iyisi biz imza defterine birşeyler yazmakla yetinelim.
Yazdığımız asla ilginç, değişik, çarpıcı, farklı, "orijinal" bir şey olmasın. Elli altı yıldır yazılanları papağan gibi yineleyelim.
O yazılanları kimin okuduğunu öteden beri merak ederim. Muhabirler okuyorlar da, hemen gazetelerine bildirmek için... Başka kim okuyor?
Atatürk'ün geceleri kalkıp bunları okuduğuna inananlar var mıdır dersin Fadime?
Varsa, bir gerçeği daha öğrenince çok üzülecekler:
Önünde saygı duruşunda bulundukları mermerin içinde bir şey yok! Boş da değil, "yekpare" bir blok bu. Hani, Napoleon'un Paris'teki mezarında sergilenen kırmızı mermer blok gibi. Üstelik onun kenarları işlemelidir, bizimki dümdüz.
Atatürk de, tıpkı Napoleon gibi, onun üç metre kadar altında yatıyor, gizli bir bölmede!
Yani, o heybetli mermer, göstermeliktir.
Bazı Atatürkçülerimizin Atatürkçülüğü gibi...