Gına geldi dedik ama kaçınamıyoruz konudan: Kılıçdaroğlu, İstanbul'un belediye başkanı Kadir Topbaş'ı aşağılamak için ona "muhallebici" demiş...
"Tüccarı hor gören" tipik Ankara bürokratı tavrı!
Rahmetli babam da böyle düşünürdü: Ticaretle uğraşmak pezevenklik gibi, uyuşturucu satıcılığı gibi kötü bir iş, "kâr" ayıptı, hele borç "en fena şey" ... Bir tek dürüst ve helal gelir biçimi vardı, memur maaşı... İşçi ücreti mi? Zavallı ayaktakımına hepten aç kalmasın diye dağıtılan sadaka... (Babam oyunu İsmet Paşa'ya verirdi.)
Topbaş yüksek mimar ama bir muhallebiciler zincirinde de ortaklığı var ya, Kılıçdaroğlu onun için aşağılamış.
Muhallebiciden belediye reisi olmaz, belediyeci dediğin SSK Genel Müdürlüğü'nden emekli yüksek memurdan olur... Demeye getiriyor.
Evet, belediyeler eskisi gibi "Ankara'nın emir kulu, hatta uşağı" olsalardı bu dediği doğruydu. Cumhuriyet yönetimi belediyeleri bu şekilde "dizayn" etmişti. Vali, belediye başkanı ve CHP il başkanı tek kişi, aynı kişiydi!... "Her şey devlet için ve devletin içindedir, hiçbir şey devletin dışında ve devlete karşı değildir" cümlesiyle özetlenen Mussolini felsefesi!
Bütün uygar ve ileri ülkelerde, doğru düzgün kapitalist ve demokrat ülkelerde, bir şehrin belediye başkanı o şehrin "burjuvasından" olur. İleri gelenlerinden... Burjuva zaten şehirli demektir Fransızca aslında.
Bu güç merkezi hükümet tarafından oluşturulmaz ve güdülmez, tarih içinde kendi kendine, burjuva sınıfı güçlendikçe ortaya çıkmıştır.
Çıkmıştır ve hükümdara da, aristokratlara da kafa tutmaya başlamıştır.
Günün birinde de iktidara oynamış, merkeze kendi temsilcilerini göndermiş, devlete kendi çıkarları doğrultusunda yeniden biçim vermiştir. Fransız Devrimi'nin özetinin özeti budur.
"Merkezci" Jacobin'lerle yerel yönetimciler arasında, birbirinin kafasını kesmeye varan kavgalar yaşanmıştır. (Özellikle, Bordeaux şehrinin ilerigelenleri olan Girondin'lerin tasfiyesi... Hani bu akşam Galatasaray'ın oynayacağı Girondins de Bordeaux takımı var ya, işte onların dedeleri!)
Bu o kadar böyleydi ki, 17921794 yılları arasında Fransa'da bir değil, iki güç odağı vardı: Konvansiyon Meclisi ve Paris Belediyesi... Belediye, çoğu zaman meclisi takmıyor, kendi kafasına göre takılıyordu... Belediye zabıtası ayrı bir polis örgütü, hatta ordu olmuştu... Diktatör Robespierre meclis içi bir darbeyle devrildiği zaman nereye sığınmıştı? Belediyeye.
Bizde de yavaş yavaş oluşmakta olan belediye gücü, Ankara tarafından daha gelişme aşamasında kırılmış, hatta yokedilmiştir.
Çünkü "çatlak sesler" çıkabilirdi oralardan!...
Yerel yönetimlerin "kendilerine gelmeleri", yetersiz de olsa ancak "Özal'ın liberal devriminden" sonra mümkün olabilmiştir.
Bu itibarla, muhallebiciden de belediye reisi olur mu canım?
Asıl ondan olur! Muhallebiciden olur, manavdan olur, berberden olur, taksiciden olur, balıkçıdan olur, kasaptan olur, toptancıdan olur, perakendeciden olur, asıl bunlardan olur.
"Ankara'nın göndereceği memurdan" olmaz.
Belediye reisi, vali değildir. Başımızda mutemet istemiyoruz, şehir kendi kendini yönetecek.
Burası "İ Polis" yavrum, bozkır değil.