Kemal Tahir merhum, Anadolu köylüsünün "azla yetinme" ve "şehirliye boyun eğme" alışkanlığını (o buna "koşulma" derdi), kurulacak bir "yerli sosyalizmin" temeli ve umudu sanırdı...
En büyük yanılgısı da bu oldu. Köylünün tüketim açlığını ve "uygun önder bulunca bürokrasiye de kafa tutma" eğilimini göremedi. Ya da gördü de, ne de olsa Marksist eğitimden geldiğinden, önem vermedi. (Oysa 1950 yılında kendisini hapisten salıveren, özgürlüğüne kavuşturan da yeni hükümet olmuştu... Bu nasıl bir nankörlük ya da aymazlık? Kemal Tahir'e hiç yakışmayan bir nankörlük ya da aymazlık.)
Bugün yaşanan kavga, "gerçek anlamda" bir iktidar değişimi kavgasıdır. Oy oranları, parti açmalar, parti kapatmalar falan, bu kavganın "tezahürü" ya da perdeye yansıyan "suretidir" ve de "teferruattır".
Bürokrasi, iktidarı devrediyor. Bu Türkiye için gerçek bir devrimdir. Altı yüz yıldır ilk kez oluyor!
Devretmemek için elinden geleni yapıyor ve hiç olmazsa "vuruşarak çekilmeye" çalışıyor ama sonuç bellidir.
Çünkü artık bir burjuva sınıfına kavuştuk.
Bu sınıf bizde eskiden de vardı ama Osmanlı burjuvası gayrımüslimlerden oluşuyordu. Bu sınıf, "milli" ve "millici" bürokrasi tarafından, ya öldürtülerek, ya kovularak, ya da bezdirip kaçırılarak tasfiye edildi. (Gerçekleri tartışmak yasaklandığı ve olup bitenler yeni kuşaklara öğretilmediği için bizler bunu yıllarca anlayamadık... Bizde burjuva hiç olmadı sandık.)
Bürokrasi onun yerine bir "milli burjuva" sınıfı yetiştirmek istedi.
Bu sınıf artık yetişti. Bürokrasinin, bu sınıfın kendi güdümünde kalacağını sanması, palazlandıktan sonra günün birinde iktidara ortak olmak isteyeceğini (1950), günün birinde de iktidarı bütünüyle kendi eline almak durumuna geleceğini görmemesi, ancak "eksik eğitimle", sosyal bilimlerden çakmamasıyla açıklanabilir! (Önderlerimiz matematik bilirlerdi ama sosyoloji bilmezlerdi.)
Göremediği için de gerçeklerle karşılaşınca mızmızlandı, onu engellemek için zor kullanmaya kalktı (1924 ve 1930 müdahaleleri, 1960, 1971, 1980, 1997 darbeleri ve de 2003-2004 kıpırdanmaları...)
Anadolu köylüsünün artık bir kısmı lumpene, bir kısmı da burjuvaya dönüşmüştür.
Bu burjuvazi, dindardır ama son derece de girişkendir (müteşebbis)... Giderek güçlenmektedir. Çok parası vardır.
Halk da arkasındadır! 1930, 1950, 1965, 1983 yıllarında olduğu gibi, 2002 ve 2007 yıllarında daha da fazla arkasında olmuştur.
Gelecek onundur.
Bir Kayseri, bir Konya, bir Malatya, artık birer "Türk Bordeaux'su", "Türk Lyon'u" ya da "Türk Manchester'i", "Türk Liverpool'u" olmak yolundadırlar. Bir Eskişehir, bir "üniversite kenti" niteliğine kavuşmuştur bile. Altın dişli taşra taciri eskiden İstanbul'a mal almaya gelir, ürküp Beyoğlu'na da çıkamaz, Sirkeci dolaylarında bir otelde kalır (köylü Bahnhof'a tutunur!), kaçamak iki rakı içer, iki de zamparalık yapıp dönerdi. Kazın ayağı artık öyle değildir.
Anadolu burjuvasının önünü açınız. İstanbul burjuvası da "üzerine ortak gelmesine" artık lütfen katlansın bir zahmet, gidip de gene bürokrasiye ağlamaya, hele onu kışkırtmaya kalkmasın!
Çünkü ancak o zaman işçi sınıfı da titrer ve kendine gelir belki.
"Bizde sosyaldemokrasi niçin olmuyor bir türlü" diye soruyorduk... Lan oğlum, daha kapitalizm yeni olmaya başladı, sosyaldemokrasi de istim gibi arkadan gelecek! Pasta pişsin ki dilim kavgası yapılabilsin. Aculluk etmeyin. Yirmi yıl sonra tamamdır bu iş. (Olmayan pastayı paylaşmaya hatta el koymaya kalkanlar 1971 ve 1980 yıllarında nasıl tokat yediler, hatırlayın.)
Yirmi yıl mı? Bir halkın ömründe "göz kırpma" süresi...