Son günlerde gerek Irak'ta yaşananlar, gerekse piyasalardaki suni hareketlilik vesilesiyle piyasa oyuncularına gene her zamanki markaj başladı.
Amaç malum, yine stratejik kararlar üzerinde maksimum etki ederek statükonun devamını sağlamak.
Tabii ki oluşturulmaya çalışılan risk atmosferine de bir bakmak lazım.
Peki, kötü senaryoda Türkiye'nin riski nedir? Esasen sıcak paranın oluşturabileceği kısa vadeli türbülansın dışında ciddi anlamda bir risk yok. Şirketler gibi devletleri de üç önemli kritere göre değerlendirmek gerekir; nakit akışı, borç ve kârlılık yapısı. Bugünkü güçlü ekonomi gerçeğinin arkasında aslında bu var.
Nitekim Türkiye bu 3 noktada dünya liginde gayet iyi bir performans sergiliyor.
Özal'ın oluşturduğu ekonomik yapı 3 senelik yoğun bir çabayla ancak 94 yılında bir krize sürüklenebilirken, bugün kıyaslanmayacak derecede daha sağlam bir mali yapıya sahip, tarihin en büyük ekonomik krizlerinden güçlenerek çıkmış bir ülkenin ve ekonomisinin daha dikkatli algılanması gerektiğinden bahsediyoruz.
Bu arada bugünkü dünya ekonomisini doğru okumak birçok şeyden daha önemli artık. 2000 yılında global GSMH büyümesinin 3'te 2'sini gelişmiş ülkeler sağlarken, 2013'te bu oran yaklaşık tam tersi şekilde gelişmekte olan ülkeler lehine gerçekleşti.
Çin, Rusya, Hindistan, Türkiye ve Brezilya hem siyasi hem de ekonomik olarak tarihi süreçlerden geçmekteler.
ECB'nin kararları sonrası piyasa hareketliliği de gelişmekte olan ülkeler lehine değişmeye başladı. Global yatırım bankalarından birçoğu portföylerindeki gelişmekte olan varlık ağırlıklarını artırma kararı aldıklarını açıkladılar. (Örneğin Rothschild bono ağırlığını %6'dan %8'e çıkardı) Bankalarımızın son dönem gerçekleştirdikleri tahvil ihraçlarına gelen 8-10 kat taleplerin yanında, Avrupa'daki rakiplerinin taleplerinin arzı dahi karşılayamaması aslında bazı şeylere ışık tutuyor.
Velhasıl mevcut gerçekler ışığında yatırım ortamı da risk yapısı da müsaitse, artık gaza biraz daha basmanın vakti geldi de geçiyor.
Kaybedecek bir an olsun vaktimiz yok artık.
Not: Ülkenin menfaatini kollamak ekran karşısında yahut kapalı kapılar ardında sözüm ona dürüstlük taslamakla olmuyor maalesef.
Eğer bir kamu kurumu ödemeleri için yüklü miktarda döviz alımında piyasa oyuncularına kurban edilip yüksek kurdan maliyet yüklenirse ilgili kurumlar bu zarardan sorumlu değil midir? Bu zarar sonuçta kimin cebinden çıkmaktadır?
Yanlışları ararken hep aynı yere mi bakmak lazım, yoksa artık bakış yönümüzü değiştirmenin vakti gelmedi mi? Emin olun geldi. Yalnız biraz sabır.