Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

'Bir daha asla ABD'ye gitmeyeceğim'

Savruk bir insanımdır ama bu kez farklıydı: New Orleans'a gidecek trene bindiğimde otelde yer ayırtmış, Montreal'e dönüş için de uçak bileti almıştım.
"New York Eyaletine Hoş Geldiniz" yazısı, Amerika'ya girdiğimizin işaretiydi. Tren bir süre sonra durdu.
Pasaport kontrolünden sonra yolumuza devam edecektik...
Ve memurlar geldi...
Basit sorular soruyorlardı:
Nereden geliyorsun?
Nereye gidiyorsun? Kanada veya ABD vatandaşı olmayan benim gibileri restoran vagonuna yönlendirdiler.
Sıra bana geldiğinde, memur vize ve kaşelerle dolup taşan pasaportuma bakıp sordu:
- Sri Lanka'ya niye gittiniz?
- Sörf için... En iyi arkadaşım orada yaşıyor. Mimardır.
Sanırım tatmin olmuştu. Ardından diğer kaşeler dikkatini çekti:
- Singapur ve Malezya'da ne işiniz vardı? İslam ülkeleri değil mi oralar?
- Malezya, İslam ülkesi sayılır ama Singapur için bu denemez. Her türden insan var. Ben daha çok yemekleri için giderim.
- Tabii ya...
- Anlamadım?
- Yok, bi'şey. Ya Malezya?
- Singapur'a kıyasla uçak biletleri ucuz.
Oranın da yemekleri güzeldir.
- Diyorsunuz... Peki, bu Yemen vizesi ne iş?
- Sokotra'ya gitmiştim. Somali'ye yakın, çok özel bir adadır. Oraya "Ortadoğu'nun Galapagos'u" derler.
Bitki ve hayvanların yüzde 85'i oraya özgüdür.
- Korkmadın mı peki?
- Korkmadım desem yalan olur. Yemen havaalanından geçmiştim. Şimdi oraları El Kaide'nin kontrolündeymiş...
Artık pasaportumu bırakmıştı. İşleri biten diğer memurlar da gelmişti. Altı kişi, hep birlikte beni incelemeye aldılar: İki ceptelim, tabletim, dizüstüm, kameram...
Cüzdanımda unuttuğum hafıza kartını buldular.
Bu keşif hiç hoşlarına gitmedi.
Bavulumu açtılar. Yağmurluğumu gören bir memur bağırdı: "Bu yaz sıcağında kim New Orleans'a yağmurluk götürür?"
- Hava durumuna baktım; ciddi yağış olacakmış.
Bunu duyunca yağmurluğumu pis bir bulaşık bezi gibi bavula attı. Sonra birbirlerine baktılar.
- Size başka soracaklarımız var. Tren gidecek, siz bizimle kalacaksınız.
- Başka tren var mı ki?
- Yok. Ama merak etmeyin; sizi bırakmaya karar verirsek, otobüse bindiririz.
Trenden indik. Filmlerdeki gibi üstümü aradılar. Ellerim terden yapış yapış olduğu için parmak izimi almaları yarım saat sürdü. "Korkuyor" dedi bir memur. "Evet, korkuyor" dedi arkadaşı.
Onlara hayat hikayemi ve yazmakta olduğum romanın konusunu anlattım.
Yayıncımın ve emlakçımın adını verdim.
Söylediğim her ismi kaydettiler. "Bir Yahudi niye Yemen'e gider ki" diye sordular. Çektiğim ilginç bitki ve hayvan fotoğraflarını göstererek açıklamaya çalıştım.
Heyecanımı paylaşmadılar.
Beş saatin sonunda toparlanmamı söylediler. "Sonuç ne" diye sordum. "Dostumuz olmayan ülkelerle ilişkiniz olduğu kanaatine vardık" dediler. "Yani?"
- Sizi tekrar Kanada sınırına bırakacağız.
Sınıra otomobille giderken hiç konuşmadık.
Kanadalı kadın memur bana şefkatle baktı. "Bir ihtiyacınız var mı" diye sordu. "Kahve ve sigara" dedim. Pasaportumu alıp gitti.
Beş dakika sonra kahve, sigara, damgalanmış pasaportum ve Montreal'e otobüs biletiyle döndü. Yüzünde özür dileyen bir ifade vardı.
Biliyorum, sınırlar kolay yerler değildir:
Çin sınırında küfür yedim. Dubai'de bavulum lime lime edildi. Filipinler'de memura rüşvet verdim. Ancak böylesini görmedim:
Bir daha asla ama asla ABD'ye gitmeyeceğim.
Not: Hollandalı yazar, tasarımcı, müzisyen Niels Gerson Lohman'ın yazısını çevirirken kısaltmak zorunda kaldım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA