Hatırlarsanız ara ara Başbakan Erdoğan'ın şanslı bir politikacı olduğuna ilişkin yorumlar yapılır. Ben bunlara gülüp geçerim.
Çünkü... Futbolda topun çarpıp gol olması gibi, siyasette de şans vardır elbette. Ama nadiren olur bu... Nasıl futbolcu kendi şansını yaratırsa, politikacı da kendi şansını yaratır.
Erdoğan "Kriz teğet geçecek" demişti... Bir sürü kişi dalga geçti. Hakikaten de, Batı'da koca koca şirketlerin, bankaların batmasına yol açan ekonomik kriz, Türkiye'yi nispeten az etkiledi.
Bu olayı şansa bağlayan çoktu. Halbuki hesap kitap meselesiydi. Kemal Derviş'in reformları sayesinde bankacılık sistemimiz sağlamdı, Hükümet de gerekli tedbirleri almıştı.
Bugün ise gerçekten "Erdoğan'ın şansı" denilecek bir durumla karşı karşıyayız: Barack Obama yeniden ABD Başkanı seçildi.
Başkan Obama ile Başbakan Erdoğan'ın bölgede izlediği politikalar arasında hep paralellikler oldu. O kadar ki muhalefet, Başbakanı, "Erdoğan, Obama'nın adamı" diye suçladı.
Halbuki olay, iki yaklaşımın birbirini tamamlamasından ve birbirinden güç almasından ibaretti. Önümüzdeki dönemde de bu yakınlık devam edecektir.
Ama Erdoğan'ın şansını anlamak için asıl, "Mitt Romney seçilseydi ne olurdu" diye düşünmek gerekir.
Romney'nin kazanmasını isteyen Liberal Demokrat Parti Başkanı Cem Toker, onu şöyle tanımladı geçen gün:
"Cumhuriyetçi Parti'nin bölgede artan radikal dini ve mezhepsel siyasi gerginlikleri, kargaşaları, çıkmış ve çıkacak iç savaşları bölgede istikrar ve demokrasinin gelişmesine daha ciddi bir tehdit olarak algılamasından dolayı, şahsen Romney'yi destekliyorum."
Karışık anlatımın özü şu: Romney, Neocon'lara ve İsrail'e yakındı. Yani o kazandığı takdirde, Erdoğan ve AK Parti, ABD ile ilişkide sıkıntıya girecekti.
Herkes bilir ki ABD ile bozuşmanın maliyeti Türkiye'de büyüktür.