Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

'Galibiyet' ile 'zafer' sizce aynı şey mi?

Baştan uyarayım: Tarihi, özellikle de askeri tarihi "böbürlenmek" için okuyanlar, bu yazıyı pas geçin.
Yok yere sinirlerini bozmasınlar: Çünkü keyiflerine limon sıkacak laflar edeceğim.
Cuma akşamı Taraf yazarı Melih Altınok ve Selma Aydın'ın birlikte hazırladıkları "Siyaset Raporu" programında, CHP'nin halini, bedelli askerliği ve Kürt meselesini tartıştık.
Bir konuyu burada biraz açmak isterim: Zorunlu askerlik kurumunu tartışırken biraz geçmişe gittik. Laf Çanakkale Savaşı'na geldi.

***

Çanakkale Savaşı iki bölümden oluşur: Deniz savaşları ve kara savaşları...
Deniz savaşının tartışılmaz galibi "Osmanlı-Alman" ittifakıdır. Çünkü müttefikler, deniz kuvvetlerini kullanarak Çanakkale Boğazı'nı geçmek istemiş ama başaramamıştır.
Bu noktada önemli olan sadece geçememeleri değil, aynı zamanda çok büyük kayıplar vermeleridir. Koskoca zırhlılar denizin dibini boylamıştır.
Bunun üzerine müttefik güçler, savunmayı kara kuvvetleri ile yarmaya çalışmış ama bildiğiniz gibi orada da başarısız olmuşlardır.
Ancak iki savaş arasında önemli bir fark vardır: Kara savaşı, deniz savaşı gibi net bir zaferle sonuçlanmamıştır.
Çünkü Osmanlı-Alman ittifakı 60 bin civarında şehit verirken, "düşman" da aynı miktarda "şehit" vermiştir.
Genel zayiat da aşağı yukarı eşittir: 250 biner kişi... ("Şehit, ölü, kayıp, yaralı, hasta, esir" sayılarının toplamı anlamına gelen "zayiat" kavramını milliyetçilere bir türlü anlatamadık. Hâlâ 250 bini şehit sanıyorlar.)
Toplam 500 bin kişilik zayiat, korkunç bir rakamdır. Ve neticede müttefikler Çanakkale'yi geçemeyeceklerini anlayarak çekip gitmişlerdir.
Yani Çanakkale kara savaşı, kesinlikle bir "galibiyettir" ama "zafer" değildir. (Deniz savaşı ise hem galibiyettir, hem de zafer...)
***

Peki niye bu kadar büyük bir zayiat oldu? Bunun nedeni, bugünden baktığımızda "akıldışı" sıfatını hak eden savaşma biçimidir.
Okul kitaplarından ve filmlerden bilirsiniz: Çanakkale'de tarafların kazdığı siperler bazı yerlerde birbirlerine sadece 5 ("beş") metre mesafedeydi.
Savaşmadıkları zamanlarda "düşman" askerler birbirlerine yardım ederlerdi: Örneğin İngilizler siperden kutuyla çay atarlar, Türkler de onlara tütün gönderirdi.
***

Dönemin savaş şekli şöyleydi: Bir taraf siperden çıkıp hurra saldırıya geçerdi... Diğerleri buna makineli tüfekle karşılık verir, karşıdan gelenleri fena halde biçerdi.
Saldıran taraf başarılı olamayınca siperine çekilir... Bunun üzerine cesaret bulan rakibi, yine hurra hücuma geçerdi. Tabii aynı kanlı biçilme bu kez onların başına gelirdi.
Birinci Dünya Savaşı, sadece Çanakkale'de değil, Avrupa'daki cephelerde de böyle geçmiştir.
Sonuçta kara savaşlarında askerler hiç uğruna öldü. Çünkü kimse şöyle dört dörtlük bir "zafer" kazanamadı, karşı tarafı gerçek manada "pataklayamadı".
İkinci Dünya Savaşı öyle mi ya... Müttefikler, Almanya'yı ve Japonya'yı dümdüz etti.
***

"Galibiyet" ile "zafer" arasında yaptığım ayrımı kavrayamayanlara futboldan örnek vereyim:
İstanbul'da 3-0 kaybettiğimiz Hırvatistan maçının rövanşını 2-0 alsaydık... Bu bir "galibiyet" olurdu. Ama 4-0 ya da 5-1'lik bir galibiyet, rakibimizi saf dışı bırakıp bizi finallere götüreceği için "zafer" nitelemesini hak ederdi.
Toparlarsak: Çanakkale deniz muharebesi bir zaferdir... Kara muharebesi ise karşı taraf çekildiği için galibiyettir... Genel olarak Çanakkale Harbi ise bir zaferdir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA