Son zamanlarda sıkça kullanılan kavramlardan bir de Katılımcı Demokrasi...
Cumhurbaşkanı Gül'ün de sevdiği bu kavram, asıl sosyal demokrat aydınlar arasında epey yaygın. Katılımcı demokrasinin temsili demokrasiden daha ileri bir adım olduğunu kabul ediyorlar.
Temel fark şurada: Şu anda uygulanan temsili demokraside vatandaş oy vererek milletvekillerini Meclis'e gönderiyor. Referandum filan olmazsa, dört yıl boyunca Yasama sürecine karışmıyor.
Katılımcı demokraside ise yine önce Meclis oluşuyor... Ama daha sonra yasalar üzerinde çalışılırken, konuyla ilgili toplum temsilcileri devreye de giriyor. Örneğin komisyonlara katılıyorlar.
Sosyal demokratlar bunun yerel yorumunu bilhassa önemsiyor. Mesela belediyelerin önemli bir karar alırken halka danışması gerektiğini söylüyorlar.
Bu fikir benim de hoşuma gidiyor ama geçen gün TV'de tartışırken ortaya ilginç bir ikilem çıktı.
Moderatörlüğünü Canan Barlas'ın yaptığı Birebir programına sosyal demokrat akademisyen, Taraf yazarı Erol Katırcıoğlu ile katıldık. (Dikkat: "Sosyal demokrat" dedim, "CHP'li" demedim!)
Bir ara laf döndü dolaştı Üçüncü Köprü konusuna geldi. Katırcıoğlu, özetle, "Köprünün geçeceği yerlerde yaşayanlara, örneğin Sarıyerlilere sormadan bu işe girişmek doğru olmaz" dedi.
Güzel! Ancak şöyle bir durum var:
Üçüncü Köprü, Kafkaslar'dan gelen otoyolu Balkanlar'a bağlayacak. Böylece büyük bir ekonomik entegrasyon sağlanacak.
Bu girişim sadece Kafkas ve Balkan ülkelerine değil, elbette Türkiye'ye de kazandıracak.
Ama oylama yapıldığını ve Sarıyerlilerin, "Üçüncü Köprüye hayır" dediğini düşünün...
Ne yani, birkaç bin Sarıyerli (ya da Beykozlu, vs.) yüzünden, devasa bir ekonomik girişim çöpe mi atılacak?
Şahane bir Karadeniz vadisine hidroelektrik santralı yapılıp yapılmayacağı elbette halkoylamasına gitmeli. Çünkü santral neticede o çevreye hizmet verecek.
Üçüncü Köprü ise "yerel" çıkarları aşan, "ulusalın" da ötesinde, "uluslar üstü" bir niteliğe sahip...
O halde ayrımlara dikkat etmek gerek.