Uzun siyasi kariyerinde Necmettin Erbakan'ın yaptıklarının ve söylediklerinin pek azı benim kafama uydu.
Yine de, 28 Şubat (1997) darbe sürecinde, imkânlarım çok az olmasına rağmen, elimden geldiğince "desteklemeye" çalıştım.
Destekten kastım, şartlar gereği, ancak "Dövmesenize adamı" demekten ibaretti.
Yoksa mesela Susurluk kazasından sonra oluşan ortamda... "Glu glu dansı yapıyorlar" demesi, affedilecek bir hata değildi.
***
Hatırlayalım: 3 Kasım 1996 akşamı, Susurluk'ta meydana gelen kazada, kamyonun çarptığı otomobilin içinde; mafya lideri, polis şefi ve aşiret reisi bulunuyordu.
Derin devlet çıplak yakalanmıştı. Çeşitli protestolar yapıldı. Bunlar arasında,
"Sürekli aydınlık için, bir dakika karanlık" eylemi de vardı.
Birçok kişi saat 21.00'de evindeki ışıkları
bir dakika süreyle kapatarak protestoya katılıyordu. İnsanların talebi özetle
"temiz devlet" idi.
Özellikle kentli orta sınıflarda öylesine derin bir kızgınlık vardı ki Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel bile, "soruşturmada sonuna kadar gidileceği" sözünü vermişti.
(Her zamanki gibi durumu idare ediyordu Demirel...
"Devlet bazen rutin dışına çıkar" diyerek kanundışı uygulamaları savunan da yine Demirel'di...)
***
İşte o şartlarda
Başbakan Erbakan, ışık protestosu için "Glu glu dansı yapıyorlar" deme şuursuzluğunu göstermişti.
Bu çok ama çok ciddi bir siyasi hataydı.
Çünkü... Eğer dalga geçmek yerine, protestoyu kendi
muhafazakâr kitlesine de yaysaydı... Oluşacak
mutabakat sayesinde, derin devletin organizatörü olan apoletlilerin karizmasını bozardı.
O şartlar altında, 28 Şubat darbesi en azından ileri bir tarihe atılırdı.
Olmazdı demiyorum, büyük ihtimalle yine olurdu ama ne bileyim, mesela şubatta değil de haziranda başlardı...
***
Başbakan Erbakan'ın durumu kavrayamayışı ise neye yol açtı biliyor musunuz?
Askeriye, ışık eylemine katılan laikçi orta sınıfları,
hükümete karşı döndürdü.
Eylem, "Susurluk skandalını" protestodan çıktı...
"Şeriatçı karanlığı protesto" eylemine dönüştü. İlave olarak, tornadan çıkmış
Kemalist kadınlar, balkonlarda tencere çaldı.
İşte o şartlarda bile birçok kişi, askeriyeye dur diyebilmek, sivil siyaseti ve demokrasiyi savunabilmek için uğraştı.
Bu çabalar dolaylı olarak Başbakan Erbakan'a yarıyordu elbette. Yani insanlar
"kerhen" onu desteklemiş oluyordu.
Ama iş işten geçmişti. Beyhude bir çabayla gönüllerini kazanmaya çalıştığı askerlerce ekarte edildi. Partisi kapatıldı. Kendisi de siyasi yasaklı oldu.
***
Evet, Erbakan,
"Refahçı" olmayanlar tarafından, istemeye istemeye, gönülsüzce, mecburiyetten desteklendi.
Ama bugün hâlâ,
"kadrolara" bakarak
AKP hareketinin
Milli Görüş'ün devamı olduğunu sananlar var...
Tayyip Erdoğan'ın,
Abdullah Gül'ün,
Bülent Arınç'ın, "Erbakan'ın talebeleri" olduğu doğrudur. Ama o kadar!
Talebe büyüdü, hoca oldu. Milli Görüş'ün yerini
Beynelmilel Görüş aldı.
Erbakan milli düşündü, yerel hareket etti. AKP ise
küresel düşünüp,
bölgesel hareket ediyor.
Başbakan
Erdoğan,
Kırgızistan ziyareti sırasında, gazetecilere söylediği birkaç kelimeyle,
Erbakancı tutumu (da) yerle bir etmişti.
Aynen şöyle demişti Başbakan:
"Siyonistler şöyle yaptı, böyle yaptı. Sen ne yaptın? Gardını alsana..."
Benzeri bir durum askeriye için de geçerli:
Asker onu yaptı, bunu yaptı... Peki, sen ne yaptın?
Konfüçyüs ne demişti?
"Karanlığa söveceğine, bir mum yak."
Erbakan'ın
1960'larda yaktığı mumu, 28 Şubat (1997) rüzgârı söndürdü. "Ampulü" söndürmekse, ancak
Türkiye'nin elektriğini kesmekle mümkün...