Yüksek Öğretim Kurulu Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan, başı açık öğrencilerin türban serbestliğinden tedirgin olmaması gerektiğini, "örtün" baskısı olmayacağını söyledi.
Karşı tarafın iddiası ise ortada: "Eğer türban serbest olursa, açıklara baskı başlar..."
YÖK Başkanı işte bu konuda, "Böyle bir şey asla gerçeklemeyecek... Ben kefilim" dedi.
Devam etmeden önce hemen şunu belirtiyim: "Ya açıklara baskı olursa" diyerek, kapalılara baskı yapılması kabul edilemez.
Çünkü biri somut gerçekliktir, diğeri soyut bir olasılık.
Türbanlı kızlara baskı yapılması günümüzün tartışılmaz gerçeğidir.
Açık kızlara baskı yapılacağı iddiası ise adı üstünde bir "iddiadır", ileriye dönük bir tahmindir.
"Ya hayat tarzımıza müdahale edilirse" diye yaygara koparanlar, başkalarının hayat tarzına zaten müdahale etmekte olanlar değil mi?
***
Devam edelim...
Gelelim YÖK Başkanı'nın, "Baskı olmaz...
Ben kefilim" sözüne...
Malum yorumcular hemen bu lafın üstüne atladı:
"Nedir bu güvence? Başkan açıklasın" dediler.
Türkiye'yi tanımayan birisi, bunun samimi bir talep olduğunu sanır.
Halbuki Başkan Özcan ne derse desin, hiç kuşkunuz olmasın bir kulp takacaklar. Sağından solundan çekiştirecekler.
O nedenle cevap vermek yerine, bir soruyla devam etmek gerekir:
"Siz hangi güvenceyi istiyorsunuz?"
Hatırlarsanız, benzeri bir soruyu ben burada ortaya atmıştım. "Hayat tarzımıza müdahale edilecek diye korkuyoruz... Hükümet güvence versin..." diyorlardı.
Ben de sordum: "Siz nasıl bir garanti istiyorsunuz?"
Burada yazdığım her şeye bir araba laf edenler, bu basit soruya cevap veremedi.
Çünkü amaçları gerçek bir uzlaşma, hakiki bir normalleşme değil.
Basit bir taktik uyguluyorlar: Her türlü sözü orasından burasından kemirerek, karşı tarafı
töhmet altında bırakmak...
Bu tip konularda,
"güvencen nedir" diye soranlara, asla
"şudur, budur" diye cevap vermemek gerek.
Çünkü hiçbir işe yaramaz.
Prof. Özcan'ın karşısında
"ikna olmaya" değil,
"çıngar çıkarmaya hazır" bir grup var.
***Gelelim benim bakışıma...
Bu dönemin yöneticileri eksik iş yapıyor: Demokratikleşme sürecini
yasa ve kurumlarla pekiştirmeleri gerek.
Örneğin
Yüksek Askeri Şûra... Çoğu zaman
"teamül" filan diyerek, askerler bildiklerini okurdu.
Hükümet ise bu kez
"teamül-meamül" dinlemedi, yetkilerini kullandı.
Oldu mu? Tamam mı? "Höt" diyen askere, Hükümet "höt" deyince,
"vesayet rejimi" bitmiş mi oldu?
Hayır, bu iş böyle yapılmaz.
Gün gelecek AKP iktidardan inecek. Onun yerine belki güçsüz bir koalisyon hükümeti gelecek.
O şartlarda askerin tekrar siyasete dönmeyeceğini bize ne garanti ediyor?
Bu bir olasılık değil,
öngörü.
Eskiden oldu, yine olabilir.
Komutanlar, gençliklerinden beri
"Türkiye'nin sahibi biziz" ideolojisiyle yetiştiriliyor.
Güçlü AKP Hükümeti karşısında şimdilik sinebilirler ama fikirleri değişmez ki!
Kışlalarına çekilip, sivil siyasetçilere
höt zöt edecekleri ortamı beklerler.
O halde vesayet rejiminin bitişini,
kanun ve kurumlarla pekiştirmek gerekir. Referandumla bunun ancak bir kısmı sağlandı.
Baksanıza, hâlâ
"Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye" diye afiş asıyorlar.
*** Aynı şekilde üniversitenin de
gerçekten özgür bir ortam olabilmesi için yeni yasa ve kurumlara ihtiyaç var.
YÖK Başkanı'na, "Güvencen nedir, açıkla" demeyi ben anlamsız bulurum.
Çünkü
"Ben kefilim" lafının hiçbir değeri yoktur. Nedeni basit: O gidince ne olacak?
Devlet yönetiminde,
"kişisel kefalet" diye uygulama olamaz.
Nazi Almanyası yasalarına benzeyen bir YÖK Kanunumuz var. Bilimden çok
Ebedi Şef'ten söz ediyor.
YÖK Başkanı önce bu yasanın değişmesi için uğraşmalı. Aksi halde her konuda "Ben kefilim" demek zorunda kalır.