Bilinen bir gerçeği tekrarlayalım: Ergenekon çetesi ile AKP arasında "doğrudan" bir ilişki bulunmuyor.
AKP Kasım 2002 seçimleriyle iktidara geldi. Ergenekon şebekesi ise o tarihten önce MİT tarafından saptanarak dönemin Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı'na bildirildi. Şebekenin kuruluşu "en azından" 1999 yılına uzanıyordu.
Ergenekon askeriye merkezli bir örgütlenmeydi. Ancak kolları dört bir yana uzanıyordu: Sivil bürokraside, poliste, yargıda, üniversitelerde, iş dünyasında, medyada adamları vardı.
Ergenekoncuların hazırladığı metinlere baktığınızda asıl amaçlarının "Baasçı-Kemalist" bir iktidar kurmak amacıyla darbe yapmak (ya da önce yapılmasını sağlamak, ardında da bir "iç darbeyle" iktidar olmak) olduğu gözüküyordu.
Aslında 2002'de, AKP değil de faraza CHP ya da MHP iktidar olsaydı, Ergenekoncuların işi çok zordu: O partilere karşı darbe örgütlenmesi yapılamazdı. Kim, kimi, nasıl ikna edecekti?
***
Ama AKP gibi geçmişi
Milli Görüş'e dayanan siyasetçilerin kurduğu bir partiye karşı Ergenekoncuların örgütlenmesi ve kendilerini meşrulaştırmaları kolaydı:
AKP'nin gizli ajandası vardı. Fırsatını bulur bulmaz din devleti kuracaktı. Şeriata karşı direnmek gerekiyordu.
Bunlar elbette hayali iddialardı. Ama o uydurmaları,
Amerikalıların deyişiyle,
"satın almaya hazır" bir kitle vardı.
Eğitimleri ülke ortalamasının üstünde olduğu için bunlar kendilerini
"bilinçli vatandaş" sanıyordu.
Gazeteci
Çetin Emeç'in eşi
Bilge Emeç'in, suikastın üstünden
20 koca yıl geçtikten sonra yapabildiği itiraflarının da gösterdiği gibi, suçu dindarların üstüne atmaya hazırdılar.
2003'teki darbe teşebbüsünü GK Başkanı
Hilmi Özkök sayesinde atlatan AKP Hükümeti, zamanla bürokrasiyi tanımaya başladı ve Ergenekoncuların üstüne gitti...
Normal şartlarda diğer partilerin de onlara omuz vermesi gerekiyordu çünkü nihayetinde kasıt demokrasiye karşıydı.
Ancak Türkiye'deki siyasi kültür farklıydı: CHP lideri
Deniz Baykal, kendisini
"Ergenekon'un Avukatı" ilan edebildi.
"Ergenekon dostu" medya aracılığıyla, yazının girişinde sözünü ettiğimiz gerçek, tersine çevrilmeye çalışıldı:
Ergenekon, sanki AKP'nin muhalifleri susturmak için yarattığı hayali bir çeteymiş gibi sunuldu.
***
O arada başka bir gerçek daha su yüzüne çıktı:
Yüksek Yargı geçen yıllar içinde belli tipte insanlarla doldurulmuştu.
Bunlar kendi içlerinde adeta bir kast sistemi kurmuşlardı.
"Al gülüm, ver gülüm" sistemiyle birbirlerine destek veriyorlardı.
Hukuk kisvesi altında siyaset yapan bu kesim, askeriyeyle birlikte
"bizim dediğimizin dışına çıkamazsınız" iddiasındaydı.
Böylece CHP'nin ardından Yüksek Yargı da avukatlığa soyundu:
Şemdinli...
367...
10 ve 42 gibi kararlara bir yenisi eklendi.
Üçüncü Ordu'ya ve şebekenin yargıdaki kollarına doğru uzanmakta olan soruşturma, kanunlar ve her türlü hukuk ilkesi çiğnenerek engellendi.
Demeçlere kulak verenlerin aklına, kapatma davası açıldığında
Ertuğrul Günay'ın ilk tepkisi geliyor: "Türkiye'nin iyiye ve ileri gitmesini istemeyen kişiler çok önemli yerlere sızmışlar..." demişti Kültür ve Turizm Bakanı.
Halbuki bu bir
sızma değil,
mevzilenmeydi.
Yüksek Yargı Partisi hücuma geçmişti.