Bugün 58 yaşında olan antropolog ve dilbilimci Daniel Everett'in geçen pazar başladığımız hikâyesine devam ediyoruz...
17 yaşında kendini Hıristiyanlığı yaymaya adayan Daniel'in yaşamı, Amazon'daki Piraha topluluğu ile tanıştıktan bir süre sonra değişmeye başlamıştı.
Dillerinde sayı ve renk yelpazesi bulunmayan Pirahaların, Tanrı inançları ve dinleri de yoktu.
Piraha kültürünün en önemli noktası ise 'doğrudan deneyim' ilkesiydi.
Yani bir Piraha, ancak gözüyle gördüğüne ya da güvendiği bir kişinin sözlerine inanıyordu.
İncil'de yer alan ya da Daniel'in anlattığı dini öyküler onları hiç ilgilendirmiyordu. Çünkü Daniel, Hz. İsa'yı bizzat tanımamıştı.
O güne kadar teolojiyle yetinmeyip kapı kapı dolaşarak envai çeşit insana Hıristiyanlığı anlatmış, ateistlerle ateşli tartışmalara girmiş, vaazlar vermiş olan Daniel, Piraha kültürü karşısında çaresiz kalmıştı.
İmanı aşılayacak uygun bir ortam, bir yarık, bir sızma noktası bulamıyordu.
***
Öte yandan Daniel, sadece iyi bir
dindar değil, aynı zamanda iyi bir
bilimci olarak da yetişmişti.
Somut kanıtlar, bilimin olmazsa olmaz parçasıydı. Pirahalar, "Bizzat tanımadan Hz.
İsa'ya nasıl inanıyorsun" diye sorarken, Daniel'in bilimci yönüne dokunuyorlardı:
"Tanrıyı hiç
gördün mü? İsa ile
tanıştın mı? Ölünce cennete gideceğini
nasıl biliyorsun?"
Pirahalara göre Daniel'in inancı,
batıl itikattan başka bir şey değildi.
Daniel açısından da durum çok garipti: Diliyle, kültürüyle, ekonomisiyle Pirahanın bir
insan topluluğu olduğu apaçıktı.
Ancak bu insanlar dinle, inançla ilgili hiçbir temel varsayıma uymuyordu.
Örneğin, '
İnsanlar inançsız yaşayamaz' lafı burada geçerli değildi. Bal gibi de yaşıyorlardı!
Sonraki yıllarda keşfedildiği iddia edilecek olan '
Tanrı geni' (Tanrı inancına sahip olmamıza yol açan gen) Pirahalarda yoktu işte.
Pirahalar
vicdanlı ve
ahlaklı insanlardı. Ancak doğaüstü bir kurucu irade fikrine sahip olmadıkları için,
günah kavramına da yabancıydılar.
Dünyayı olduğu gibi kabul ediyor, çevreyi ve insanları belli bir
soyut kalıba uydurmaya çalışmıyorlardı.
***
Geçen yazıda da belirttiğim gibi inanç kaybında birçok faktör rol oynar: Çocukluk, aile, eğitim, çevre...
Daniel Everett'te de bunların etkisi vardı mutlaka. Ancak Pirahalarla kaynaşmak bardağı taşıran damla olmuştu.
1980'lerin ikinci yarısında Daniel artık bir
tanrıtanımaz haline gelmişti. Bunu kendi de açıkça söylüyordu.
Ama derdi büyüktü: Bir misyoner kızı olan eşi
Keren'e ne diyecekti?
İncil'i yaymak için küçük yaşta Amazon ormanlarına götürerek
sıtma olmalarına yol açtığı çocuklarına vaziyeti nasıl izah edecekti?
Misyondaki arkadaşlarına, çalışmalarını destekleyen inançlı işadamlarına ne anlatacaktı?
Daniel'in en büyük endişesi ailesinin dağılmasıydı. Yıllarca düşündükten sonra gerçeği açıkladı. Ve korktuğu başına geldi!
Artık Tanrı'ya inanmadığını söylediğinde birçok yakını Daniel'i terk etti. Evliliği sona erdi.
"Büyük hakikatin baskısından kurtularak özgürleşmek" ona pahalıya mal olmuştu: Üç çocuğundan ikisi, babalarıyla selamı sabahı kesmişlerdi.
İnternette Daniel Everett'in bir konferansını izledim.
Pirahaca konuşarak
espriler yapıyordu. Dıştan bakınca mutlu görünüyordu. İçini bilemem.