Tam 99 yıl önce meydana gelen olaylar, sokak köpeklerinin dahi politik ve ideolojik bir bağlama oturtulduğunu gösteriyor.
İttihat ve Terakkiciler, II. Abdülhamit'i tahttan indirdikten bir yıl sonra, yani 1910'da, İstanbul'daki sokak köpeklerinin kökünü kazımaya karar verdi.
Zaptiyeler ve bu iş için tutulmuş adamlar başıboş köpekleri yakalayıp kafeslere koydular.
Kafesleri de arabalara yüklediler.
Ama köpekler durumu fark etti. Uluyarak, havlayarak birbirlerini uyardılar. Böylece direniş başladı.
Görevlilerin işi artık zordu. Köpekleri ancak kalın deri eldivenler, kementler ve kancalarla yakalayabilir oldular.
İlk karara göre köpekler kent dışına atılacaktı. Ancak civardaki halk tepki gösterince bu mümkün olmadı.
Ardından belediye, köpekleri Hayırsız Ada da denilen, kimsenin yaşamadığı Sivriada'ya atmaya karar verdi.
Köpeklere her gün ekmek götürülecek, ayrıca iki görevli adadaki kuyudan hayvanlara su çekecekti.
Et ve kemik artıklarıyla yaşamaya alışmış olan köpekler, ekmek yerine birbirlerini yemeye başladı.
Temmuz güneşi yakıcıydı. Lodos esti mi, leş kokusu ve canhıraş ulumalar İstanbul'un ara sokaklarına kadar ulaşıyordu.
Bu şartlarda adaya ayak basmak mümkün değildi. Zaten köpeklere su ve yemek vermekle görevlendirilenlerin de maaşları kesilmişti. Tüm köpekler büyük acılar çekerek öldü.
***
Pasteur Hastanesi Müdürü Dr. Remlinger, köpekleri fenni bir biçimde itlaf etme, elde edilen geliri ise hayır işleri için harcama projesi hazırlamıştı.
Ancak bu proje, Meclis-i Umuru Sıhhiye tarafından, "Genç Türkiye'nin bir yabancının tavsiyesine ihtiyacı yoktur" denilerek reddedilmişti.
Dr. Remlinger, 1932'de Mercure de France dergisinde çıkan makalesinde şöyle diyordu:
"Köpeklerin itlafında ahlak ve hijyenin hiçbir rolü olmamıştır. Zavallı hayvanlar yok edildiler, çünkü -inanması zor amaeski Türk düzeninin canlı örneği, simgesi olarak görüldüler. Sokaktaki varlıkları gericiliğin, yobazlığın simgesi değilse, neydi?"
***
Acaba Dr. Remlinger'in yaptığı bir 'aşırı yorum' muydu? Hayır!
İstanbul'u ziyaret eden Batılı seyyahların anılarında değinmeden geçmedikleri sokak köpekleri; çöpleri yiyerek ortadan kaldıran, mahalleyi serkeşlerden koruyan, hırsızları kovalayan işlevsel yaratıklardı.
Ayrıca hayvanları beslemek, dini inançlarla da bağlantılı önemli bir gelenekti. En azından savunmasız bir hayvanı öldürmek günahtı.
Köpeklerin böyle hunharca yok edilmesini halk yaşam tarzına müdahale olarak görüyordu.
İmamından paşasına birçok kişi itlaf ekipleriyle kapıştı. Köpekleri koruma uğruna, hapis cezası alanlar oldu.
Türkiye'yi seven ünlü yazar Claude Farrere ise şöyle diyordu:
"Türk var, Türk var... Medeniyet bahanesiyle (ki bu barbarca ve kibir dolu bir bahanedir) sokak köpeklerini iğrenç biçimde kırdırma işinin sorumlusu, gerçek Müslüman Türk değil, yarı-Batılı Türk'tür; Jön Türk'tür."
Modernleşme iyidir, hoştur ama işte böyle korkunç boyutları da vardır.
Not: Catherine Pinguet'nin yazdığı İstanbul'un Köpekleri (YKY) şahane bir kitap. Ancak uyarırım: Bazı paragraflar mideyi zorluyor.