Cumhuriyet yazarı, solcu entelektüel Oral Çalışlar, geçen akşam Ali Bayramoğlu'nun yönettiği, siyaset bilimci Beril Dedeoğlu'nun da katıldığı, ' Aklın Yolu' adlı programda, 1982 Anayasası'nda da yer alan o ünlü 'kalıp' ibareye değiniyordu:
" Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü', deniyor... Yani devlet diğerlerinden önce geliyor; milletin ve ülkenin sahibi olarak karşımızda duruyor. Böyle şey olur mu?" ( 14 Eylül, Kanal 24 )
Çalışlar, kuramsal açıdan bu ibareye soru işareti koymakta haklı. Teorik olarak anayasalar, belli bir insan topluluğunun bir araya gelerek, kendi yönetim biçimleri konusunda uzlaşmaya vardıkları metinlerdir.
Ama 'teorik' olarak!
' Tarihsel' ve ' sosyolojik' olarak genellikle gerçek bu değildir. Türkiye'de hiç değildir!
Bizde 'millet' ve 'ülke' devlet tarafından yaratılmıştır. Osmanlı bir imparatorluktu. Yani çok halklı, çok dilli, çok dinli bir siyasi birimdi.
Cumhuriyet ise ' ulus devlet' fikri üzerine inşa edildi; halk, " Türk milleti " haline getirildi.
Ülke yani ' sınırları belli toprak parçası' da öyle... Sür ekli savaşan Osmanlı'nın sınırları muğlaktı. Hemen her yıl değişirdi. Lozan Antlaşması'yla sınırları tanımlanmış ve uluslararası düzeyde tanınmış bir 'ülke' ortaya çıktı.
Peki Oral Çalışlar'ın, " Devlet niye benim sahibim oluyormuş " cümlesine indirgeyebileceğimiz itirazı haksız mı?
Kesinlikle değil.
1923'ten günümüze gelen süreçte eğitimden ekonomiye her bakımdan gelişen 'millet', denklemi tersine çevirmek ve artık ' devlete sahip olmak' istiyor.
Sokaktan herhangi bir kişiyi çevirip sorsanız elbette böyle bir talebi olmayabilir. Ancak onun temsilcileri olan siyasetçiler, aydınlar, sivil toplum kuruluşları bunu dile getiriyor.
"Devletin millete sahip olduğu" yıpranmış düzenin temsilcileri ise statükonun devamını istiyor.
367 hokkabazlığını başımıza saran Sabih Kanadoğlu ve şürekasının " Bu Meclis anayasa yapamaz " demesinin sebebi işte bu!