Marksist eleştirmen Pierre Macherey, İngilizce'ye 'A Theory of Literary Production' (Bir Edebi Üretim Kuramı) adıyla çevrilen kitabında, hikayelerin neler anlattığıyla değil, neler anlatmadığıyla ilgilenmemiz gerektiğini söyler.
Fransız kuramcıya göre bir metnin neler hakkında konuştuğu kadar, hangi noktalarda sustuğunu ortaya çıkarmak gerekir.
Tabii burada 'hikaye'den ya da 'metin'den kasıt sadece edebiyat yapıtları değildir.
Bize bir hikaye anlatan... Yani öznesi, nesnesi, yüklemi olan... İçinde giriş, gelişme, sonuç gibi yapılar barındıran... Her türlü söz, yazı, görüntü kümesi eleştirinin kapsamındadır.
Bu açıdan bakıldığında mesela resmi ideoloji ve resmi tarih dediğimiz anlatılar da birer 'hikayedir'.
***
Gelelim asıl konuya: Emre Kongar, 'Tarihimizle Yüzleşmek' (Remzi) adlı bir kitap yazdı. Bu kitapta Osmanlı-Türk tarihini ele alıyor. Beni Osmanlı'dan ziyade Cumhuriyet tarihi hakkında söyledikleri ilgilendiriyor.
Kongar'ın kurduğu tarihsel hikayenin katıldığım ve katılmadığım noktaları var.
Mesela Kurtuluş Savaşı'nın laik ve demokratik bir Türkiye oluşturduğunu söylüyor Kongar... İşin laiklik kısmını geçelim... 1946'ya dek süren tek parti iktidarına demokrasi adını vermek mümkün mü? Atatürk bizzat kurdurduğu partiyi (Serbest Fırka) kapattırmadı mı? Açın Fethi Okyar'ın anılarını (İş Bankası geçenlerde yeniden yayınladı) okuyun: Atatürk, yeni parti fikrini tartışırken, "Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir 'dictature' (diktatörlük) manzarasıdır. Vakıa bir meclis vardır fakat dahil ve hariçte bize 'dictateur' (diktatör) nazariyle bakıyorlar" diyor (s.103).
Bu tip eleştiriler bir yana... Kongar'ın kitabını okurken asıl şunu fark ettim: Anlattıklarından ziyade anlatmadıkları önemli. Yani hangi noktalarda sustuğu... Neleri es geçtiği...
Madem tarihimizle yüzleşeceğiz... O halde yakın tarihimizin karanlıkta bırakılan olaylarını ele almak gerekmez mi? İşte bir iki örnek:
* İzmir yangını. Resmi tarihe göre Yunan ordusu kaçarken İzmir'i yakmıştır. Halbuki yangın onlar gittikten birkaç gün sonra çıktı. Ve bilerek, isteyerek söndürülmedi. Bir Mustafa Kemal tutkunu olan Falih Rıfkı Atay, anılarında "İzmir'i niye yaktık" sorusuna cevap arar! (Talep olursa bu noktayı açarız.)
* Kongar, bugün 'Kürt sorunu' adını verdiğimiz toplumsal-siyasal meselemizi de ele almamak gibi zor bir işin üstesinden gelmiş!
* 12 Mart'a (1971) giden süreçte 'darbeci' İlhan Selçuk'un rolünden söz etmeyişini ise anlayışla karşılayabiliriz; ne de olsa aynı gazetede çalışıyorlar.
***
Lafı uzatmayayım... Emre Kongar'ın kitabı niye yoğun bir tartışma dalgasına neden olmadı? Cevap basit: Çünkü (ve maalesef) yakın tarihimizle yüzleşmiyor.
Asıl yakıcı konuları ele almıyor. Aldıklarında da... Zaten okullarda öğretilenleri ya da cumhurbaşkanından köşe yazarına; Atatürkçülerin, Kemalistlerin, siyaseten devletçilerin 'anlatısını' tekrarlıyor...
Öte yandan, bir sosyal bilim insanı olarak, "vatan-millet-Sakarya" ya da "bir Türk dünyaya bedeldir" hamasetine yüz vermediği... Olayları serin kanlı bir üslupla ele aldığı için de kitabı 'Şu Çılgın Türkler' gibi ses getirmedi.
Yukarıda değindiğim türden açıklar ikinci baskıda giderilebilir ama resmi tarihle hesaplaşmayan bir anlatı ilgi görür mü; bilemem!