Artık kadınlar kadar erkeklerin de imajı sık sık tartışılıyor. Mesela Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy'nin eşi Cecilia tarafından aldatılması... Sarkozy şu sıralar ülkesinin en güçlü, en etkin siyasetçisi. Peki aldatılmak onun siyasi kariyerini etkiler mi?
Bazısına göre etkilemez çünkü aldatılan değil, aldatan kabahatlidir.
Duralım ve hatırlayalım: Turgut Özal gibi kısa boylu ve şişman bir erkeği kadınlarımız pek çekici bulmuştu.
Çünkü o iktidardı. Kadınlar açısından bedensel özellikleri önemsizdi. Madem ki başkalarının hayatını etkileyecek bir güce sahipti, o halde arzulanır bir erkekti.
Bunu akılda tutarak Sarkozy'ye dönelim. Eşi tarafından aldatılması Fransız kadınlarında soru işaretlerine yol açacaktır: "Biz bu adamı iktidar sahibi sanıyorduk. Cecilia onu aldattığına göre bir eksiği var demektir. Yoksa sandığımız kadar güçlü değil mi?.." Erkekler 'güzel' kadın, kadınlar 'güçlü' erkek arar. Tabii güzellik ve güç (para, statü, vs.) anlayışı toplumdan topluma değişir. Tipik örnek: Bir vakitler tombul kadınlar güzeldi, şimdi sıskalar revaçta.
Ancak sözünü ettiğim mekanizma (yani arayış) kültürel değil evrenseldir. Biyolojik kökenleri vardır.
Dolayısıyla Sarkozy'nin sadece 'mağduru oynaması' yetmez. Doğrudur: 'Kaybeden' olmak empati, hatta sempati uyandırır. Ne var ki hiçbir halk, 'yitirdi' diye birisini iktidara taşımaz.
Fransız kadınların algılayış biçimini değiştirmek için Sarkozy'nin bir şeyler yapması gerekir: Bunlardan ilk akla geleni de elbette boşanması ve hemen alımlı bir sevgili bulmasıdır. (Diğer 'tedbirleri' imaj danışmanları, algı yönetmenleri düşünsün.)
***
Gelelim Türkiye'ye... Reklamda perde yıkamak ve takmak Kadir İnanır'ın imajını bozar mı?
İşte burada 'imaj' (topluma sunulan görüntü) ve 'algı' (toplumun onu kavrayış biçimi) kavramları arasında ayrım yapmalıyız.
Bonus Card reklamında kocaman peruklar takan, Komiser Şekspir filminde kadın elbisesi giyen Kadir İnanır'ın 'imajı' çoktan çizildi. Bir de perde yıkasa ne olur, yıkamasa ne olur!
Öte yandan onu 'algılama' biçimimiz değişmedi. Halk, İnanır'ın rol icabı böyle davrandığını düşünüyor; yani 'gerçek' (daha doğrusu gerçek sandığı şey) ile 'şov'u birbirinden ayırıyor.
Zaten tam da böyle olduğu için perde firması Brillant onun kapısını çalmadı mı? Biz İnanır'ı hâlâ 'ağır abi' olarak görmesek, böyle bir reklam filmi çekilir miydi?
Ve reklamın temel sorunu: Aynı 'trük' (sert erkek-yumuşak erkek, vs.) defalarca tekrarlanınca kabak tadı veriyor. (Bakalım Ali Saydam ne diyecek?)