Klişeler insanların zihnine bir kere yerleşti mi, değişmeleri çok zor oluyor. Çünkü o klişelerin çevresinde bir dünya kuruluyor. Bu dünyayı oluşturan ögelerden birini değiştirmek, tüm yapının değişmesi anlamına geliyor. Tabii böyle bir 'sil baştan' sürecine girmek herkesin harcı değil.
Örneğin 1970'lerden beri Türk aydınları televizyonun bir 'aptal kutusu' olduğunu iddia eder. Beyaz camın önünde nispeten hareketsiz bir biçimde saatlerce oturan insanların aptallaştığı yani zekâ açısından gerilediği düşünülür.
Bu yaklaşımın doğru olmadığını ben 1990'ların başından beri biliyorum. Özel TV'lerin devreye girmesiyle birlikte müthiş bir zenginlik, hareketlilik ortaya çıktı. Bu da TV izleyicisinin oturduğu yerden hayata açılmasına yol açtı.
'Hayata açılma' dediğim süreç çok önemli. Çünkü farklı yerlerde büyüyen ikizler üzerindeki zekâ çalışmalarından da biliyoruz: İstatistiksel açıdan kentlilerin zekâ seviyesi, köylülerden fazladır. Niye? Çünkü kent karmaşık bir topluluktur. Koşullar ve ilişkiler sürekli değişir. Dolayısıyla beyin de kapasitesini yükselterek bu duruma ayak uydurur. Köyde ise değişim düşük düzeyde kaldığı için beynin de yüksek performans göstermesi gerekmez.
***
Velhasıl çok kanallı, çeşitlenmiş, farklılaşmış TV ortamı; insanları hayata açarak beyinsel performanslarını artırmaya teşvik ediyor. (TV'nin zararlarını şimdilik bir yana bırakıyorum.)
Meğer böyle düşünen başkaları da varmış. ABD'li yazar Steven Johnson, mayıs ayında yayınlanacak 'Kötü Olan Her Şey Sizin İçin İyidir: Günümüzün Popüler Kültürü, Aslında Bizi Nasıl Daha Zeki Yapıyor' adlı kitabında bu tezi savunuyor. Johnson, New York Times gazetesinin pazar ekinde çıkan yazısında bu konudaki fikirlerinin bir özetini verdi.
Hakikaten önemli bir tez bu... Johnson eski popüler dizilerle, yenilerini karşılaştırıyor. Ve dizilerin nasıl giderek karmaşıklaştığını, insan sayısının ve ilişki biçimlerinin çeşitlendiğini gösteriyor. Yeni diziler, yukarıda sözünü ettiğim köy-kent farkı gibi, izleyiciyi zihnini kullanmaya sevk ediyor.
***
Bizde de böyle olmadı mı? Mesela tek kanallı dönemin 'Nöri Kantar'lı 'Kaynanalar' dizisinin nispeten basitliğini düşünün... Bir de 'Asmalı Konak'taki, 'Kurtlar Vadisi'ndeki zenginliği... Hatta bana sorarsanız 'Gelinim olur musun' türü 'reality show'ları da bu kategoriye rahatça koyabiliriz. Oradaki ana-oğul-gelin ilişkilerini düşünsenize: Ne kadar karmaşık, ne kadar 'politik', ne kadar ince hesap işi! Onca 'fırıldağı' kavramak için izleyicinin farkında olmadan epey enerji harcaması gerekiyor.
***
Daha önce 'Mind Wide Open' ('Ardına Kadar Açılan Zihin') kitabıyla 'gündelik hayatın nörolojisi'ni inceleyen Steven Johnson'ın öne sürdüğü bu makul tez acaba Türkiye'de yankı bulur mu? Aydınlar "Biz yanılmışız, TV aptal kutusu değilmiş" diyebilir mi?
Sanmıyorum. Yeniyi anlamak için yeni aydınlara ihtiyacımız var.