İtiraf etmeliyim BİFO konserleri bende bağımlılık yaptı. Hiçbirini kaçırmaya gönlüm razı olmuyor. Bütün seyahat programımı onlara göre düzenliyorum. Bu yılın ikinci Bifo'sunda ön sıralarda yerimi aldım dolayısıyla... Şef ve viyolensellere yakın olmayı seviyorum. Sacha'nın giderek pembeleşecek yüzünü profilden görmeyi, senfoninin gidişatını belirleyen aynı zamanda geleceğine işaret eden porselen beyazı ellerinin boşlukta çizdiği onlarca deseni takip etmeyi, heyecandan zıplamasını, smokin ceketini bir o tarafa bir bu tarafa çekiştirmesini, bütün filarmoni orkestrası üyeleri ve izleyicilerle kurduğu o tuhaf yakın, sıcak ve coşkulu aynı zamanda tutkulu ilişkiye bağımlı oldum sanırım.
Sadece şef de değil. Örneğin solo viyolensel Çağ Erçağ'ın konser sırasında zaman zaman yüzünde beliren muzip ifadeyi, melodideki gerilime göre gözlerini kapayıp kendinden geçmesini izlemeyi de seviyorum. Bülent Evcil'in flütünün egosuzluğunu, solo timpani Torino Tudorache'ın pozitif enerjisini, baş kemancı Pelin Halkacı Akın'ın nadide, kıvrımlı ses çıkarışlarını da... Vurmalı çalgılardan Amy Salsgiver, trompet kadrosu Gabriel Posdarescu, Lenta Dimitru, Erkut Gökgöz, Metin Mert Keşkek ve Ege Cengiz'in de... Ferhat Göksel'in ve Bertan Öngören'in klarnetlerinin de. İpek Mine Sonakın'ın arpının, ismini henüz ezberleyemediğim tüm viyolaların, celestanın, tubanın, kornoların, obuaların, flütlerin ve kontrbasları da. Son konserde hep birlikte önce Schubert'in sekizinci senfonisini ardından Mahler'in 6. senfonisini çaldılar. Konserin sadece ikinci yarısı bir buçuk saat sürdü. Mahler'in en trajik darbelerinde, en gerilimli notalarında bütün salon kendimizden geçtik. Sonrasını çok iyi hatırlamıyorum. Yeni Muhsin Ertuğrul tiyatrosu binasının mimarisini beğenmediğimden Sedat Hakkı Eldem'in Hilton'unun ışıklarına baka baka yürümeye gayret ettiğimi söyleyebilirim.