Cafe de Flore'da oturmuş croque-monsieur sandviçimi tam söylemiştim ki, toprak rengi fularının renginde göz farlarıyla ışıl ışıl gülümseyen Nazan Ölçer'e rastladım.
Grand Palais sergisi açılışı sonrası biraz olsun dinlenmiş. Küçük projeleri sevmemesiyle tanınan Ölçer, bu sergide tahmininin ötesinde yorulmuş. Deneyimli küratörü Fransızların bürokrasisi bunaltmış. Türkiye'den Topkapı sarayının kaprisleri de... "Bu sergi için kimlerle dans etmedim ki," diyor. Ve dans ettiği ilginç ismi ilk kez bana açıklıyor: Sophie Calle...
Nazan Ölçer, Bizans'tan İstanbul'a sergisi için, Kutluğ Ataman'la birlikte sergide, Baudrillard'la yaşadığı sıradışı aşkla da tanınan, ünlü kavramsal kadın sanatçı Sophie Calle olsun istemiş. Calle, bu fikre çok sıcak bakmış ve iki kere bu projeyle ilgili İstanbul'a gelmiş. Nazan Ölçer, serginin bütün kurgusunu, senaryosunu saatlerce ünlü Fransız sanatçıya anlatmış. Ataman da bu sırada merakla, Calle ne yapacak diye bekliyormuş. Ne var ki Sophie Calle'a bir türlü ilham gelmemiş. İlham gelmeyince Calle, Nazan Ölçer'e "Ben itaat ederim siz bana yapmam gerekeni söyleyin" demek gereğini hissetmiş. Sonunda beklenen yerden emir gelmeyince Calle son dakikada projede yer almaktan vazgeçmiş.
Ölçer, sergide tek başına kalan, kendi sözleriyle "Boğaz'ın sularına eski kufi harflerini belli belirsiz serpiştiren" Ataman'ın işinden son derece mesut görünüyordu. Çağdaş sanatla ilgili bir gün sergi yaparsa yine Ataman gibi, eskiyle yeniyi buluşturan isimlerden yana seçimini yapacağını söyledi.
Paris modern sanatlar müzesindeki Deadline sergisini gezerken ise Paolo Colombo'ya rastladım. Kafede oturup kaykaycıları seyrederek sohbet ettik. Elbette konu Polanski'ye geldi. Colombo'ya, Polanski'nin filmini gösterdiği, filmle aynı adı taşıyan Melekler Düşerken isimli sergisinin Polanski'nin hapiste olduğu günlere denk gelmesinin ona kendini nasıl hissettirdiğini sordum. Çok şaşkındı. Birkaç İtalyan gazetecinin İstanbul'da filmin gösterimine ilişkin bir sorun çıkıp çıkmadığını araştırdıklarını söyledi.
Ben de bunun üzerine Paris'te bile memleketimle ilgili düşünüp soru sormadan edemedim. İstanbullu çağdaş sanat izleyicisi sanatçının özerkliğine çok mu inanıyor da çocuğa tecavüzden tutuklanan Polanski'yi maruz görüyor, onu tolere ediyor? Yoksa İstanbul Modern'in en çağdaş yüzlerinden biri olan Paolo Colombo'nun video sergileri müzenin hatalı bir sergileme politikası olarak görünmezliğe mi teslim ediliyor?