Afrika'nın doğusunda bulunan
Kenya, Hint Okyanusu'na kıyısı olan yaklaşık 39 milyon nüfuslu bir ülke. Resmi dili İngilizce ve Swahili. İngiliz sömürgesi olan Kenya'yı 1963 yılında özgürleştiren Jomo Kenyatta ülkede her şeyin üstünde tutuluyor.
Kenya, Türk vatandaşlarına 50 Dolar karşılığında ülkeye girişte vize uyguluyor. Dolduracağınız küçük bir formla ülkeye sorunsuz bir şekilde giriş yapabiliyorsunuz.
Ekvator çizgisi üzerinde bir ülke olduğundan Kenya'da yıl boyunca sıcaklıklar 22-28 derece arasında değişiyor. Çok yakıcı olmayan bir güneşi, bunaltmayan bir havası var. Ancak şunu söylemekte fayda var. Güneş yüzünü göstermediği zamanlarda hava serin olabiliyor. Hatta gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı 15 dereceyi bulabiliyor.
Ülkeye gitmeden önce ülkede görülme oranı düşük de olsa sarı hummaya karşı aşı olmanızda fayda var. Sıtma için de bir ay boyunca antibiyotik kullanıyorsunuz. Daha detaylı bilgiyi Seyahat Sağlığı Merkezleri'nden alabiliyorsunuz.
Safaride neler giyilmesiyle ilgili internette birbirinden komik yazılar mevcut. Hayvanların ilgisini çekmemek için şu renk giyin, bu renk giymeyin gibi yazılar bulunuyor. Hiç alakası yok. Zaten araçtan inmeniz kesinlikle yasak. Aracın içinde olduğunuz sürece de ne giydiğiniz hayvanların hiç umurunda değil. Araçtan inip yürüyeyim dediğiniz anda da en geç 15 dakika içinde vahşi bir hayvana yem olacağınız garanti olduğundan ne giyerseniz giyin hiç önemli değil. Safari araçlarının üstü açık olduğundan özellikle sabah ve akşam saatlerinde üşümemek için yanınızda uzun kollu bir giysi bulundurmanız yeterli olacaktır.
Bunun dışında sivrisinek kovucu, güneş kremi, yanık kremi, sinek ısırıkları için krem, mide ilacı, ağrı kesici gibi 3-5 krem ve ilacı yanınızda getirmenizde fayda var.
Nasıl gidileceğine gelince, kendi programınızı yapmayıp bizim yaptığımız gibi bir tur şirketi ile gidecekseniz Prontotour'un, Air Arabia havayolları promosyonu ile 1099 €uro'ya 5 günlük bir tur paketi satın alabilirsiniz.
KENYA MACERASI BAŞLIYOR
Prontotour'un davetiyle gittiğimiz Kenya'da maceramız, 7 saatlik bir uçuşun ardından başkent Nairobi'deki Jomo Kenyatta Havalimanı'na inmemizle başladı.
Havalimanından bizi, hem şoförümüz hem de rehberimiz olan Sitima Ole karşılıyor. Çok ilginç bir hikayesi var Ole'nin. Kendisini aşağıdaki satırlarda detaylı olarak anlatacağım.
Kenya seyahatimizin neredeyse yarı zamanını geçirdiğimiz 4x4 aracımıza binip ilk konaklayacağımız yer olan Naivasha Gölü'ne doğru yola çıkıyoruz. Havalimanından çıkar çıkmaz sol tarafımızdaki ağaçlık alanda zürafaları görüyoruz. Şehrin göbeğindeki bu manzarayı şaşkınlıkla izliyoruz.
Ole, Nairobi'nin merkezinden geçmek yerine şehrin çevresinden dolaşmayı tercih ediyor. Sebebi ise 10 km'lik yolun trafik nedeniyle 3-4 saatte aşılabilmesi. Başkent
Nairobi'nin merkezinde İstanbul trafiğini de aratan bir yoğunluk var.
Şehrin dış mahallelerinden geçerken fotoğraf makinemizin denklanşörüne de ilk kez basıyoruz. Afrika'ya gelirken zihnimizdeki o ön yargıları boşa çıkarmayan pek çok kareyi ölümsüzleştiriyoruz.
Çöp kamyonunun arkasından koşup işe yarar bir şey olup olmadığına bakmak isteyen gençler, kaldırımlarda oturup gelip geçene bakan işsiz güçsüz insan grupları, son derece düzensiz yerleşimler, sağlıksız koşullarda oynayan çocuklar, vs. vs…
Üstteki manzaralara tezat olarak seyahatimiz sırasında bir şey dikkatimizi çekiyor. Kenyalılar giyim kuşamlarına kendi standartları çerçevesinde çok dikkat ediyor. Yolculuğumuz boyunca üstü başı pis, salaş bir insana rastlamadık dersek yalan olmaz.
KENYALI'NIN HAYAT FELSEFESİ: HAKUNA MATATA
Kenya'da gittiğiniz her yerde iki kelime ile karşılaşıyorsunuz. Merhaba anlamına gelen
"Jambo" ve "Sorun yok, dert etme" anlamına gelen
"Hakuna Matata". Adeta Kenyalı'nın hayat felsefesi gibi. Her yerde her zaman Hakuna Matata.
MODERN HAYATA AÇILAN KAPILAR
Yukarıda bahsettiğim manzaralar eşliğinde yolculuğumuza devam ederken Ole, oldukça korunaklı bir kapıdan içeriye giriyor. Sanki bir zaman ve mekan tünelinden geçmişçesine son derece lüks bir otelin yeşillikler içindeki bahçesinde buluyoruz kendimizi. Bir anda Kenya gerçeğinden soyutlanıp bambaşka bir boyuta geçiyoruz. Burasının seyahat boyunca konaklayacağımız oteller zincirinin bir parçası olduğunu öğreniyoruz. Öğle yemeğimizi yiyip biraz dinlendikten sonra birkaç saat daha sürecek yolumuza devam ediyoruz.
Birkaç saatlik yolculuğun ardından sonunda
Naivasha Gölü'ne ulaşıyoruz. Yine özel korumaların nöbet tuttuğu geniş kapıdan geçip otele giriyoruz. İçeride yine bambaşka bir dünya. Otellere giriş yaptığınız o kapılar bir nevi medeniyet tüneli gibi. Dış dünyadan soyutlanmış, her türlü konforu bulabileceğiniz bir ortamda buluyorsunuz kendinizi.
HİPOPOTAM VE MAYMUNLARLA BURUN BURUNA BİR KONAKLAMA
Otelin farklı konseptlerde odaları mevcut. Ben doğal ortamın tam göbeğinde olmak istiyorum derseniz, hemen gölün dibinde, büyük bir çadırda kalabilirsiniz. Çadır derken bildiğiniz klasik çadır değil tabii ki. İçinde tuvaleti, banyosu, ışık sistemi olan, beton bir zemine konumlanmış, her türlü konfora sahip bir nevi çadırımsı bir oda olarak düşünün. Fermuarı açtığınızda ise bir hipopotamla yüz yüze gelme ihtimaliniz çok yüksek tabi. Bu kadar macera bana fazla derseniz bizim gibi biraz daha arkada yer alan daha normal gibi gözüken müstakil odalarda da kalabilirsiniz.
Ancak bu odalara da belli bir saatten sonra güvenlik eşliğinde gidebiliyorsunuz. Gece belli bir saatten sonra odadan çıkmanız pek önerilmiyor. Gölde bulunan hipopotamlar gece odanızın önüne kadar gelebiliyor. Gerçekten de yatağınızda yatarken dışarıda dolaştıklarını duyabiliyorsunuz.
Sabah çok erken kalkıp tekneyle göle açıldık. Hipopotamların arasından geçip göl bölgesinde yaşayan kartallara doğru yola çıktık. Göl gezisinin asıl amacı, kartalın avlanmasını izleyebilmek.
Ekmek atıp balıkları suyun üstüne çektikten sonra kartalın balığa sorti yapıp pençeleriyle avını sudan çıkarmayı izlemeyi ve görüntülemeyi umuyorduk. Ancak her türlü denememize karşın kartalı bir türlü harekete geçirtemedik. Olmayınca olmuyor. Hazır çekilmişi var deyip daha önceden çekilmiş fotoğraflara bakmakla yetindik.
Gölden çıkıp otelin önüne geldiğimizde ilginç bir sürprizle karşılaştık. Geceyi uyuyarak geçiren maymunlar gün aydınlanınca ortaya çıkmış ve odalarımızın önünü oyun parkına çevirmişlerdi. Kenya'daki ilk günümüz olması sebebi ile bu duruma çok şaşırmış olmamıza rağmen ilerleyen zamanlarda maymunlarla iç içe yaşama durumu oldukça sıradan bir olaya dönüşüyor.
MASAİ'YE DOĞRU ÇİLELİ BİR YOLCULUK
Sabah erkenden safari yapacağımız
Masai Mara'ya doğru tekrar yola koyulduk. Yerel dilde "benekli bölge" anlamına gelen Masai Mara Rezerve Bölgesi, 1.500 km2'lik doğal bir alan. Bu bölgede Masai yerlileri yaşıyor. Ülke genelinde ise 1 milyona yakın Masai nüfusu bulunuyor.
Yaklaşık 5 saat süren yolculuğumuzun yarısı asfalt olmayan tamamen doğal patika yolunda geçti. İlginç ve yorucu bir deneyim diyebiliriz. Asfalttan çıkıp derin çukurlarla dolu patika yolundan ilerlemeye başlayınca vahşi hayata tam olarak adapte oluyorsunuz. Yolda ceylan, antilop ve zebra sürülerini seyrede seyrede ilerliyorsunuz.
SAFARİDE ACEMİ ŞANSI
Yorucu bir 5 saatin ardından Masai Mara'ya giriş yapıyoruz. İki gün boyunca konaklayacağımız otel, parkın tam içinde konumlanmış. Vahşi hayvanların otele girmelerini engellemek için tesisin çevresi yüksek, elektrikli tellerle çevrilmiş. Gerçekten de kampın dışına adım attığınız anda her türlü vahşi hayvanla karşılaşabiliyorsunuz.
Otele gidip bir şeyler yiyelim derken Safari araçlarında bulunan telsiz sisteminden bir ihbar geldi. Safarinin en zor görünen hayvanı "leopar" ortaya çıkmış. Ole, hemen yolunu değiştirip tarif edilen bölgeye yöneldi. Bölgeye ulaştığımızda leoparımız ağacın tepesindeki konforlu yerine uzanmış az önce avladığı ceylanı afiyetle midesine indirmekle meşguldü. Etrafında toplanan safari araçlarına aldırmadan karnını bir güzel doyurdu. Ardından avından kalan parçaları da alıp ağaçtan inip suyunu içmek için çalılıkların arasına dalıp gözden kayboldu.
Acemi şansı olsa gerek, daha safariye başlamadan büyük beşlinin en önemli hayvanını görecektik. Üstelik aynı günün akşamında aynı leoparı bir kez daha görüp duble yaptık.
BÜYÜK BEŞLİ
Safari jargonunda, leopar, aslan, fil, gergedan ve bufalodan oluşan 5'liye "Büyük 5'li" deniyormuş. Bu beş hayvanın tamamını gördüğünüzde safariyi başarıyla tamamlamış sayılıyorsunuz. Ole, leoparı görmemizin büyük bir şans olduğunu heyecanla anlatıyor. Çünkü kimi zaman 2-3 ay boyunca bir kez bile görülemediği olabiliyormuş.
Safari araçlarındaki iç haberleşme sistemi çok başarılı işliyor. Hayvanı gören haber veriyor, bu sayede saatlerce bir hayvanı aramak zorunda kalmıyorsunuz.
ASLANIN GÜNAHINI ALDIK
Masai Mara'daki safarimizde, aslan, leopar, çita, fil, zürafa, zebra, bufalo, vaşak, ceylan, deve kuşu, yaban domuzu ve daha birçok vahşi hayvanı çok yakından görme şansını yakaladık. Bir leoparı, bir aslanı birkaç metre ötesinden tamamen doğal ortamında izlemek muhteşem bir deneyim. Hatta balayında olan bir aslan çiftinin çiftleşmesine bile denk geldik. Yaklaşık bir saatlik beklemenin ardından bizi şaşırtan aşırı kısa süren o mutlu ana şahitlik ettik. Tabi en az 10 safari aracıyla birlikte. Rehberimiz Ole, bu eylemin günde 50 kere tekrarlandığını söyleyince erkek aslana hakkını teslim edip yolumuza devam ettik.
MASAİ KABİLESİ
Masai halkının yaşantısını yakından görebilmek için parkın yakınında bulunan bir Masai köyünü ziyaret ettik. Yaklaşık 10 evden oluşan bu küçük yerleşim alanına adam başı 25 dolar vererek girdik.
Vahşi hayvan girmesin diye çok dar bir kapıdan girilen evlerini ziyaret ettik. Bu evlerde hayvanlarıyla birlikte uyuyorlar. Geceleri vahşi hayvan saldırısından korunmak için bir erkek sabaha kadar elinde mızrakla nöbet tutuyor.
Belki de turistik alanda olmalarından dolayı işi tamamen ticarete dökmüşler. Bana elindeki mızrağı satmaya çalışan yerli ile diyaloğumuz oldukça ilginçti. Ben mızrağı uçağa alamayacağımı söylesem de uzman satıcı olan Masai'li arkadaş, hemen mızrağı ek yerlerinden üç parçaya ayırıp bu şekilde bavula sokabileceğimi gösterdiğinde artık pes dedim.
Kabilenin reisinin, başka bir arkadaşımıza evin içinde kaşla göz arasında aslan dişinden yapılma kolyeyi satması ise takdire şayan başka bir konu tabi. Bu arada yine kabile reisinin çalan cep telefonunu çıkarıp "no"ya basması bizi bitiren başka bir konu oldu.
Besledikleri hayvanlarının boyunlarından aldıkları kanı sütle karıştırıp içme ritüellerini de adam başı 25 dolar karşılığında yapıyorlar. Ne diyelim güzel ticaret.
OKUL ZİYARETİ
Masai köyünden çıktığımızda tamamen doğaçlama olarak bir ilkokulu ziyaret ettik. Dünya tatlısı bir öğretmen bize okulu gezdirdi. Okul, konteynırdan bozma bir dizi odadan oluşan bir yapı aslında. Gittiğimizde öğrenciler yemek arasına çıkmışlar, ellerinde tabaklarla yemek sırasına girmişlerdi. Tek tek bütün sınıfları gezdik. Eğitim tamamen İngilizce. Daha anaokulu seviyesinde bile çocuklar kendi dilleri yerine İngilizce eğitim alıyorlar.
Çocuk her yerde çocuk. Her yerde masum. Her yerde güzel. Elimizdeki fotoğraf makinelerini görünce tek tek fotoğraflarını çektirip yanımıza gelip nasıl gözüktüklerine baktılar. Kendi fotoğraflarını gören çocukların gözlerindeki mutluluk yazıyla anlatılamaz. Ne diyelim kaderleri güzel olsun.
NAKURU'DA SON SAFARİ
İki günlük kesintisiz safari macerasını geride bırakıp aynı çileli yoldan Nakuru Gölü'ne doğru yola çıktık. Yaklaşık 7 saatlik zorlu bir yolculuğun ardından bir nevi kuş cenneti olan Nakuru'ya vardık.
Nakuru Ulusal Park'ta flamingoların dışında 450'den fazla kuş çeşidi bulunuyormuş. Ne kadarını gördük bilemiyorum ama burada kuş görmeye doyduğumuzu söyleyebilirim.
Belki de en önemlisi "Büyük 5'li"nin son parçasını burada tamamladık. Masai Mara'da göremediğimiz gergedanları burada görüp Safari'yi başarıyla sonlandırdık.
Nakuru'da her yerde kızgın bakışlı babun cinsi maymunlarla karşılaşabiliyorsunuz. Fazla yaklaşmamak ve dokunmamak şartıyla aralarında dolaşabiliyorsunuz.
Aracımıza girmek üzere olan babuna rehberimiz Ole'nin el işaretleriyle aşağıya inmesini söylemesi ve gitmesi gerektiği yönü söylemesi üzerine babunun bu işaretlere harfiyen uyması bizi tam anlamıyla şaşkına çevirdi.
SITIMA OLE'NİN İLGİNÇ HİKAYESİ
Hazır Ole'den bahsetmişken ilginç hikayesini de anlatmanın zamanı geldi sanırım. Sitima Ole, bir Masai yerlisi. Vahşi hayatın içinde doğmuş, büyümüş. Üstelik kolej mezunu bir rehber. Vahşi Hayat Turzmi gibisinden bir bölümü bitirmiş.
Ole, ziyaret ettiğimiz Masai köyü gibi bir köyde yaşantısını sürdürüyor. Kendi köyüne gittiğinde yaptığı ilk iş modern giysileri çıkarıp kendi geleneksel giysilerini giymek oluyormuş. Köyünde elektrik ve su yok. Evin içinde gaz lambasına benzeyen bir lamba ile aydınlanıyorlar. Kendi ekip, biçip, yetiştirdiklerini yiyorlar. Vahşi hayata ait hiçbir hayvanın etini yemiyorlar. Hatta bunu tabu olarak görüyorlarmış. Ağzına içki sürmüyor, sigara desen yanına bile yaklaşmıyor.
Paraya neredeyse hiç ihtiyaçları olmuyormuş. Tek bir şeyin dışında: Çocuklarının okul masrafları. Kendisi gibi kendi çocuklarını da en iyi şekilde okutuyor. Hatta özel okulda okutuyor. Ülke yönetiminde neden bir Masai'li yok diye hayıflanıyor. "Benim çocuklarım aldıkları eğitimle belki ülke yönetimine girerler bizi temsil ederler" diyor.
Ole, rehberlik yaparken en güzel otellerde kalıyor, en güzel yiyecek, içeceklerle karnını doyuruyor. Her türlü lüksün içinde vakit geçirebiliyor. "Köyüne gittiğinde zorlanmıyor musun, köyündeki yaşam standardını sorgulamıyor musun?" diye sorduğumuzda Ole "Tam tersine evime döndüğümde çok mutlu oluyorum modern hayatı tamamen unutuyorum. Şehrin, medeniyetin ışıklarından çok yoruluyorum, evimde o yorgunluğu atıyorum" diyor. İşi gereği cep telefonu kullanmak zorunda olan Ole, şarjını doldurmak için tam 10 kilometre yol yürüyormuş. Ole'nin hayat felsefesi tam "Hakuna Matata". Yani "Sorun yok, hiç dert etme…"
HEDİYELİKLERİNİZİ HAVALİMANINDAKİ MAĞAZALARDAN ALIN
Seyahat boyunca bir çok hediyelik eşya dükkanına rastlayabiliyorsunuz. Ancak fiyatlar aşırı yüksek. Çok sıkı pazarlık yapmanız gerekiyor. En güzeli havalimanındaki dükkanlardan alış veriş yapmak. Dışarıda zor bela pazarlıkla indirdiğiniz rakamları bu dükkanlarda direk etikette görebiliyorsunuz.
KENYA'NIN MODERN YÜZÜ: NAIROBI
Kenya'daki son saatlerimizi Nairobi'de geçirdik. Yoğun trafik nedeniyle yine merkezine inmeye cesaret edemiyoruz. Hakim bir tepeden şehri seyretmekle yetiniyoruz. Manzara olarak Avrupa başkentlerinden aşağı kalmayan bir görüntüsü var. Yüksek ve modern binalar, şehrin göbeğinde konumlanmış çok güzel bir park, düzenli yollar, vs, vs…
Ancak benim dikkatimi çeken en önemli şey, Nairobi'nin merkezi ile ülkenin geri kalanı tamamen farklı bir dünya. Bir tarafta modern, düzenli, planlı bir kent, diğer tarafta tamamen çarpık, düzensiz, kendi haline bırakılmış yerleşim bölgeleri.
Ole'nin bizi havalimanına bırakmasıyla Kenya maceramızın da sonuna geliyoruz. Hakuna Matata diyerek hem Ole'ye hem de Kenya'ya veda ediyoruz.