Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hatice Özyıldız Güz, fobinin bazı durum veya nesnelerden duyulan, mantıksız olduğu bilinen aşırı korku olduğunu belirtti.
Hastalık derecesine varan fobilerin toplumda görülme oranının yüzde 2,7 olduğunu vurgulayan Güz, şöyle devam etti:
"Fobi için tedavi arayışı toplumumuzda nadirdir, genellikle başka hastalıklar için başvuruda hekimin ayrıntılı sorgulaması ile saptanır. Bunun nedeni fobinin hastalık olarak değil kişilik özelliği olarak düşünülmesi ve erken yaşta başladığı için 'küçükken de böyleydi' diye geçiştirilmesidir. Hastaneye gidemeyen, kan görmekten korkan, 'ben de beyaz önlük korkusu var' diyen birçok kişi bulunmakta. Bu kişiler korktukları ortamlardan kaçarak sorunsuz bir yaşam geçiriyor olabilirler."
Öğrenme teorisine göre, fobinin çocuklukta anne ve babanın davranışlarını gözleyerek öğrenilebileceğini ifade eden Güz, "Kapının arkasında öcü var, bu teyze doktor, sana iğne yapar gibi söylemler de çocuğun korkuyu öğrenmesine yol açabilir. Bazı korkuların ailede görülmesi kalıtsal yönü olabileceğini göstermekle beraber son yıllardaki çalışmalar beyinde kimyasal maddelerin de bozulduğunu göstermiştir. Dinamik psikiyatriye göre ise aslında kişinin korktuğu şey dışarıda bir nesne değil iç dünyamızdan kaynaklanan bir nesnenin temsilidir" dedi.
Hayvan fobileri, yükseklik korkusu, kan ve yaralanma fobisi, gök gürültüsü, fırtına korkusu ve uçak korkusunun toplumda sık görülen fobiler arasında olduğunu vurgulayan Güz, şunları kaydetti:
"Fobiler tedavi edilebilir ve başarı şansı fazladır. İlaç tedavisi genellikle tercih edilmez. En sık kullanılan yöntem davranışçı tedavilerdir. Alıştırma adı verilen yöntem oldukça başarılıdır. Bu teknikte kişinin korktuğu durumun ayrıntılı bir analizi yapıldıktan sonra korkulan durumla gitgide artan derecede karşılaşması sağlanır. Başlangıçta sıkıntı ve korku verici olan bu işlem, hasta korkulan ortamda yeteri kadar süre kalabilirse alışmayla ve korkunun azalmasıyla sonuçlanır."