1 Mart tezkeresinin TBMM'de reddedilmesiyle başlayan "Türkiye'nin dış politikada ekseni mi kaydı?" tartışmaları, İsrail'in Gazze'ye saldırmasına açıktan tavır konmasıyla yoğunlaşmış, Tahran anlaşmasıyla da zirve yapmıştı. Bir kaç titiz akademisyenin ve gazetecinin dışında, yukarıdaki soru, Türkiye'ye dair bir meraktan ziyade bir tehdit unsuru olarak yöneltiliyordu. Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da ortaya çıkan hakiki 'eksen değişimi' ihtimali sahte eksen kayması tartışmalarını rafa kaldırdı. Türkiye içinde kurgulanmış oksimoron 'sivil dikta' zorlama çıkışlarıyla eşzamanlı yürüyen 'eksen kayması' tartışmaları bir anda kesiliverdi. Daha dün Türkiye üzerine yarı tehditkâr bir edayla eksen kayması tartışmalarını yürüten kalemler, son birkaç aydır Türkiye'nin niçin Libya'ya ve Suriye'ye yeterince müdahil olmadığını dillendirmeye başladılar. 'Arap Baharı, Türkiye Sonbaharı' yaklaşımıyla, Türkiye'nin bölgede yaşanan değişimde aktif bir aktör olmadığını dillendirenlerden, Türk dış politikasının düzen kurucu bir bölgesel güç olmayı üretecek yapıya sahip olmadığını ispatlama gayreti içine girenlere kadar yeni bir koro oluşmuş durumda. Oysa liberal müdahaleciliğin yüzüne gözüne bulaştırdığı Libya vakası üzerinden sürdürülen Türk dış politikası eleştirisi, tıpkı eksen kayması tartışmaları gibi oldukça zorlama bir manipülasyona işaret ediyor. Çünkü Türkiye'yi ve dış politikasını anlama çabasına dayanan soğukkanlı bir analizden ziyade, "nihayet çuvalladınız" temennisine yaslanıyor. Daha ötesi, mezkûr eleştirileri dile getirenlerin kahir ekseriyeti, Ortadoğu'da yaşanan ve yaşanacak olan derin eksen kaymasına dair kaygılarını gizleme çabası içindedirler. Özellikle Camp David düzeninin tamamen veya kısmen ortadan kalkması ihtimali, eski düzenin sözcülerinin ezberlerini bozmaya yetmektedir. İsrail'i merkeze alarak Ortadoğu'yu, Washington ve belli ölçüde Londra'yı merkeze alarak dünyayı tarif ve tahkim etmeye gereğinden fazla alışmış olanlar, yeni düzeni ve aktörlerini anlamakta zorlanıyorlar. Küresel ve bölgesel olarak hali hazırda yaşanan ekonomi-politik eksen kaymasını da anlamak yerine bastırma yolunu tercih ediyorlar. Siyasi ve sosyal olarak yaşanan derin değişime uyum sağlamak yerine eski düzenin ömrünü nasıl uzatabileceklerine odaklanıyorlar. Neticede 1945'ten bu yana en renkli, en zengin şekilde geçirdikleri yılların renkliliğinin aslında Kuzey'in sonbaharına işaret ettiğinin farkında değiller. Malum sonbahar mevsimlerin en renkli ve en zengin görünümlü olanıdır.
Obama kime, ne söyledi?
Türkiye'nin bölgesinde belirleyici bir aktör olmaktan uzaklaştığını dillendirenler, Perşembe günü büyük bir lansmanla yapılan Obama'nın III. İslam dünyası konuşmasına bir kez daha bakmalılar. İsrail'in Gazze'ye saldırdığı günlerde taç giyen ve katliama dair bir tek cümle bile söylemeyen Obama, bir kez daha İslam dünyasına dair bir 'açılıma' girişmiş oldu. Lakin kime konuştuğu tam anlaşılamadı. Suriye, İran, Irak, Afganistan, Bahreyn, Filistin, Yemen, Pakistan... Sahi bu ülkelerin hangisinde yapılan konuşmanın veya sadece son on yılın ABD politikalarının olumlu bir karşılığı var? Öyle ilginç bir noktadayız ki İsrail bile son dönemde ABD ile ayrı siyasi kamplara doğru sürüklenmeye başladı. O halde "kimin ekseni kaydı?" sorusunu tekrar ama ciddi bir şekilde sormanın zamanı gelmedi mi? Bölgede yaşanan gelişmelerde derin kırılmalar olmasa bile, sadece üç ay sonra BM'de Filistin Devleti'nin tanınması gündeme geldiğinde, Obama'nın konuşması ilk imtihanını verecek. Tam üç ay önce, İsrail'in işgalci yayılmacılığını kınayan BM Güvenlik Konseyi kararını da veto etmiş bir Amerikan başkanının imtihanından bahsediyoruz. Amerika kendi içindeki İsrail sorunuyla açıkça yüzleşmediği sürece Ortadoğu'da pozitif bir aktör olamaz. Camp David düzeni içerisinde bu yüzleşmeye gerek yoktu. Eski düzenin aktörleri Amerika adına ortaya çıkan adaletsizlikleri halkların maliyetine absorbe etmeyi başaracak güce sahip idiler. Lakin bu aktörlerin teker teker sahneden çekildiği, sahnede duranların da ayakta kalma mücadelesi verdiği bir ortamda ABD doğrudan halkların iradesiyle karşı karşıya gelmiş durumdadır. Gelinen nokta itibariyle değişimi talep eden milyonları 'Mübareksiz bir Mübarekizm'le tekrar Camp David düzenine mahkûm etmeye çalışmak sadece imkânsızı talep etmek anlamına gelmektedir. Yapısal bir değişimden yana olmayan ABD'nin içerisine düştüğü makas, ya halkların iradesine ya da İsrail'in iradesine yenilmek olacaktır. Eylül 1978'te kurulan Camp David düzeni, Eylül 2011'de BM'de son kez oylanabilir. Obama şimdiden BM oylaması için 'sembolik' açıklamasını yapmış durumda. Doğrudur, BM'nin geçmiş dönemlerde İsrail bağlantılı bütün kararlarının sembolik kalması sağlandı. Lakin yeni Ortadoğu'da sembolizme yer bırakmayacak kadar sahici gelişmeler var. Yeni Ortadoğu'da düzen kurucu bir aktör olmak, bu sahici gelişmelere pozitif bir katkı ile mümkün olacak. Türkiye bölgemizde yaşanan gelişmeleri dışardan izleyemeyecek kadar içinde yaşamaktadır. Türkiye'nin bir sonbahar, Arap dünyasının ise bir bahar yaşadığını düşünenler, ya Türkiye'nin kışından haberdar değiller ya da bir çiçekle bahar geldiğini zannediyorlar. Mısır'ın henüz geçeceği çok partili hayatı, ardından muhtemelen geçeceği vesayet rejimini 50-60 yıl önce tecrübe etmiş olan Türkiye, kendi kışından çıkmanın sancılarını yaşıyor. Arap dünyası henüz üzerindeki ölü toprağından kurtuluyor. Sosyal ve siyasal değişim süreçleri önce bölgedeki vekâlet savaşlarıyla, ardından da bölgesel düzenle çarpışacaklar. Sözün özü, bütün bölgeyi zorlu bir kış bekliyor. Türkiye, mukayeseli üstünlüğünü pozitif bir siyasal zemine aktarmaya devam ettiği sürece değişim ekseninde kurucu bir aktör olmaya devam edecektir. Yeter ki, 'eksen kaymasını' ıskalamasın!