Tunus'ta başlayarak bütün Ortadoğu'yu hızla kuşatan siyasal dalga, hem değişimin kaçınılmaz bir şekilde aşikâr hem de sonuçlarının birçok aktör için muğlâk olduğunu gösterdi. Yeni bir Ortadoğu kurulacağı konusunda şüphe yok. Bu yeni Ortadoğu'nun nasıl olacağı konusunda ise kafalar çok karışık. Bizatihi değişimin öznesi olan aktörler yeni döneme dair kafa karışıklığı içindeler. Tunus ve Mısır muhalefetleri, 25-30 yıllık diktatörlerinden kurtuldular. Lakin yeni döneme dair telaffuz ettikleri elle tutulur bir siyasal program ortada görünmüyor. Yarım yüzyıl veya daha fazla bir süredir muhalefette olan siyasal hareketlerin hâlâ ne oldukları ve ne istedikleri konusunda kafalarının netleşmemiş olması, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da post-kolonyal dönemin acı bir başarısı olduğu kadar direniş hareketlerinin de siyasal kıvraklık düzeyini göstermesi açısından manidar. Hem Tunus'ta hem de Mısır'da ana sürükleyici muhalif damar İslamcılardan oluşuyor. Nahda ve İhvan geçmiş dramatik tecrübelerinden dolayı yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih ediyorlar. Bu konuda haksız da sayılmazlar. Lakin geçiş sürecinde siyasi pozisyonlarını net bir şekilde ortaya koymakta gecikmeleri sadece kendi kazanımlarını değil toplamda bütün değişimi tehlikeye sokabilir. Mısır muhalefeti açısından denklem çok daha karmaşık olmakla birlikte yeni dönem için Tunus'a göre daha fazla imkânlara sahipler. Tunus adeta bir siyasal boşluğun içerisine düşmüş gibi. Gerek Bin Ali'nin herkesi şaşırtan hızlı çekilişi gerek1990'larda rejimin sırtını yasladığı Fransa'nın anlamsızlaşan bir aktöre dönüşmesi gerekse de İslami muhalefetin muğlâk siyasal dilinden dolayı bir yönsüzlük hâkim. 15 Mart sonrası anayasa gereği bir seçim yapılması neredeyse imkânsız. Yüksek Siyasi Reform Komisyonu tam anlamıyla Bin Alisiz bir Bin Alizmi hayata geçirecek bir komisyon. Bin Ali devrilirken bu komisyonun ülkeyi geçiş sürecine taşımak misyonuyla ayakta kalması bile muhalefetin aslında yapısal bir direniş geliştiremediğinin en güzel delili. Daha trajik olanı ise komisyonun başındaki Bin Aşur'un siyasal kimliğinin ülkedeki değişim taleplerinin çok uzağında olması.
Türkiye'nin "Yeni Ortadoğu" momenti
Türkiye'yi hem Mısır'a hem de Tunus'a bağlayan çok önemli siyasal bağlar var. Her üç ülkede de en yoğun tartışma konularının başında yeni anayasa geliyor. Mahiyetleri farklı olmakla beraber yeni anayasa yapım süreçleri bağlamında benzer yönlerin olması kaçınılmaz. Elbette bu süreçte Türkiye başat aktör olarak görülüyor. Özellikle Tunus'ta Türkiye'nin son referandum süreci ve anayasa tartışmaları yeniden mercek altına alınmış. Ankara'da Arap büyükelçilikleri YSK mevzuatından anayasamıza, meclis komisyon çalışmalarından hükümet sistemimize kadar birçok farklı başlıkta bilgi almak için kapı kapı dolaşıyorlar. Özellikle Tunus muhalefeti (kabaca 10-11 parti) Türkiye'den beklentilerini en üst düzeye çıkarmış durumda. Dört başlık altında toplanabilecek bir ilgi listesi var: Yeni bir anayasa, ekonomik kalkınma, ülke içi ve dışı siyasal dil, yeni Ortadoğu. Türkiye yukarıdaki dört ana başlıkta dersini iyi çalışabildiği ölçüde Yeni Ortadoğu'da kuvveden fiile geçebilen bir aktöre dönüşebilir. Dolayısıyla 2011 seçimleri sonrası Türkiye'nin yapacağı yeni anayasa sadece kendisini ilgilendiren bir toplumsal sözleşme olmaktan çoktan çıkmış durumda. Yeni anayasa sadece ülkemizdeki toplumsal kesimlerin mutabakatı değil aynı zamanda bu uzlaşının bölgesine vereceği muhtemel deniz feneri misyonunu da ruhunda barındırmak zorunda. Aynı şekilde Türkiye'nin ekonomik performansı da yakın coğrafyası tarafından mercek altında tutulmakta. Enerji ithalatçısı başarılı bir ekonomik performans bütün bölge ülkelerinin dikkatini çekmektedir. Yeni dönemde bölgesiyle ekonomi-politik olarak çok daha fazla entegre olan bir Türkiye görmemiz şaşırtıcı olmayacaktır.
İnşa dönemi
Bölge ülkelerindeki muhalefetin diğer bir sorunu ise ülke içinde farklı gruplarla, ülke dışında ise Batı ile konuşmalarını sağlayacak "haysiyetli" ve kaliteli bir siyasal dil ihtiyacı. Öyle ki hem ülke içerisindeki farklı toplumsal kesimlerle beraber yaşama siyasal tecrübesi, hem de post-kolonyal dönem sonrası hakiki bir bağımsızlık tecrübesini ilk kez yaşayacaklar. Bu dönemde gerekli olan en önemli enstrüman ise iyi işlenmiş bir siyasal dil olmak durumunda. Türkiye'nin bu alanlardaki birçok sorununa rağmen, AK Parti'nin Tezkere'nin reddiyle (2003) başlayıp, Davos (2009) ve BM oylamasıyla (2010) devam ettirdiği duruşunun başarılı bir siyasal dil olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça fazla. Bu ise Türkiye'ye dair beklentileri olabildiğince artırmaktadır. Son olarak, yeni Ortadoğu'nun nasıl olacağı konusunda muğlâklık devam etmektedir. "Yeni Ortadoğu" ne kadar az Washington üzerinden tartışılırsa bu muğlâklık o kadar azalacaktır. Bunun olabilmesi için Türkiye'nin bölge ülkelerini buluşturan bir platform görevi ifa etmemesi için hiçbir sebep bulunmamaktadır. Böylesi bir çaba hem Batılı paranteze düşme tehlikesi olan "model tuzağından" uzak durmasını sağlar hem de bölge ülkelerinin tabii bir siyasi atmosferde bir araya gelmelerine yol açar. Yukarıdaki tüm başlıklar, değişimin getirmesi muhtemel iş yüküne işaret ediyor. İnşa döneminde ciddiyetle işe el atan aktörler, yeni Ortadoğu sorusuna güvenle cevap verenler olacaklar. Bu noktada herkes kendisine ne kadar hazırlıklı olduğunu sormaya başlayarak işe başlayabilir.