Kulağımda küpedir.
Issız bir sahilde dervişin biri, kafam karışık olduğu bir zaman, karşıma çıkıp bana şöyle söylemişti: "Çağının halk -beyaz seçkinlerin değil halk- isyanlarında yer almayandan, yenilip dibe vurmayandan, vurup kafayı kırmayandan derviş çıkmaz!"
Geçmiş bir zamandı...
Solculukla ilk defa Emek Spor ile tanıştım! Arka mahalle takımıydı. İstanbul'un kenar semti, kışları yolu izi olmayan çamur deryası, bahar gelince çayır çimen bir cennete dönüşürdü. Her taraf futbol sahasıydı, hepimiz futbolcuyduk. Çırpı bacaklarımız ve sarkmış formalarımızla; besili, gürbüz Ataköy'e, bize göre "zengin" çocuklarıyla karşılaşmaya gittiğimizde abiler mutlaka kavga çıkarır, siyasi sloganlar atar, 'burjuvaziye dersini verip' mutlu mesut mahallemize dönerdik. Futbol ve isyan kanımıza bir çocukluk heyecanı olarak işler, ülke özgür ve eşit olsun diye rüyalara yatardık. Kaval kemiklerimizde bir önceki maçtan arda kalan bitmez ağrılar...
Hayata sol tarafından uyanmıştım. Uyanmadığımı, hâlâ rüyada olduğumu, gerçeğin çıplak haliyle karşılaşınca anladım. Büyük resim çok acımasızdı!
Türkiye'de ezilenleri gözeten ahlaki bir temayüle sahip olan sol, nadir, minik bir azınlıktı. Onun dışındaki, yani bildik, yani gündemdeki "sol" eklektik bir üç kağıt, cahil bir kin güdüş ve 'her yol mubah'çı Makyavelist örgüt vasıtasıyla güçlenen gaddarlığın tahakküm eğilimiydi, sağcıydı...
Türkiye solunun psikiyatrik durumu en hafif deyimiyle bir duygu durum bozukluğudur. Yüzeydeki bu halin altında halka söylenmiş yalanla kirli bir evrak ve de kendinle yüzleşememe durumu vardır.
Dünyanın en berbat skandalının, düşünmeyi lağvetmiş Sovyet iktidarının, yıllarca savunucusu olmuş bir sol! Stalin'i, onun Hitler'le kurduğu ittifakı, Avrupalı solcuları, sosyal demokratları faşistlere satışını, İspanya'daki iç savaşta uluslararası direnişçilere uyguladığı terörle Franko karşısında yenilmelerini sağlamış Rus milliyetçilerinin ajanı bir sol...
2. Dünya Savaşı'ndan sonra ise baskıcı, otoriter bir devlet kapitalizminin paganları olmaktan yüksünmemiş "Tırışkadan Bir Sol!"
'Devrimci' filan diye başlayan isimlerin ardındaki paravan kurumlar; sendikalar, odalar, örgütler. Tarihleri bin bir utançla dolu STK mezbelesi.
Reel sosyalizmin foslamasıyla birlikte kurumuş bir cesede dönmüş siyasi bir kimlik...
Ya Çin taraftarlığı? Maoculuk? Kendileri gibi düşünmeyen solcu gençleri gazetelerinde siyasi polise ihbar eden bir derin devlet organizasyonu. O dönemin gariban Arnavutluk yanlılarını ise hiç saymıyorum.
Kim kaldı geriye? Dayanacak Sovyetler kalmayıp, altlarına yeni sandalyeler süren darbeci askerler Silivri'de soluğu alınca, orta sınıf tikilerin şiddet taparlığı ve Batıcıl şımarıklıkla dingilini kırmış ruhlar... Bunlar kaldı.
Resmi solcular kalpakları giydiler, ceketlerini açıp İttihatçı tişörtlerini ortaya çıkardılar.
Geldikleri durum fecaattir! İstanbullu küstah devletçi-burjuvalarıyla, iktidar ihtirasından delirmiş Muaviye kılıklı sağcı komplocularla birlikte aynı eve çıkmayı mideler kaldırmaz çünkü!
Elbette ki 12 Eylül'ün hemen öncesi meseleyi anlamaya çalışan vicdanlı solcular kadar küçük bir azınlık hâlâ var. Ama onlar da kendi mahallelerinin baskısı altında inim inim inlemekte.
Taksim'i kutsallaştıran bu abuk sabuk dinin müritleri, provokasyonlarıyla, irtibatlandıkları özel harekâtçılarla, 1977 de ölen onlarca insanın asıl müsebbipleridirler. İstismar ede durdukları 1 Mayıs kimsenin tekelinde değildir. Müslüman emekçiler dahil herkesindir. Gelinmesi gereken nokta budur.
Ama önce demokratik rüşt ispatlanmalıdır. Rüştünü ispatlamayana kız bile verilmez bu memlekette. Rüşt dediğimiz şey insanın ergenliğini bitirmesi, hormonlarıyla düşünmeyi sonlandırması ve ne dediği anlaşılan bir şahsiyet haline gelmesidir. O zaman her şey belki olgun bir lisanla en baştan konuşulur...
Sol iç oynamaktan zevk duyduğum Emek Spor'a gelince... Ne mi oldu? Centilmenlik susup silahlar konuşmaya başlayınca, terörcü boş beyinler ipleri eline alınca kulüp dağıldı, gitti.
Takımın yeşil renkteki -yeşil!- formaları ise yer bezi olaraktan çoktan çürüdü, bitti.
Bir zamanlar güneşli çayırlarda devrim için topu doksanlara çakan fakir Türkiye çocuklarının hikayesi Çekirge, işte böyle sona erdi...