Babamdan bana bir Omega marka saat kalmış. Kaldığını sonradan fark ettim. Onun 1950'lerin başında aldığı o saati orta okul yıllarımızda ben de kardeşim Yavuz da taktık kolumuza. Sonra kayboldu gitti sanırken birkaç zaman önce bir köşede mahzun ve mükedder buldum. Yelkovanı kırılmıştı, çalışmıyordu. İsviçre'de yaşayan Turunç'a gönderdim, Omega firmasına iletip tamir ettirmesi için.
Epey bir süre sonra aradı. Firma incelemesini tamamlamıştı. İki sayfadan fazla rapor yazmışlar, nelerin yapılacağını belirtmişlerdi. Epey yüklü bir para da istiyorlardı. Paranın büyüklüğü karşısında değil, yapılan incelemenin hassasiyeti karşısında hayrete düşmüştüm. Aynen yaptırmasını rica ettim. Uzun süre sonra muazzam kutular içinde, yapılanları tek tek anlatan büyük bir raporla, değiştirilmiş parçalar ayrı ve çok güzel kılıflar içinde saat geri geldi. Şimdi arada bir takıyorum.
ABD'Lİ CİLTÇİNİN ÖZENİ
Bir anı daha anlatayım. 1930'larda basılmış, elimde bulunan eski bir sözlüğü, belli bir tarihi ve hatırası olduğu için, Princeton'da yaşarken ciltletmek istedim. Aradım taradım bir ciltçi buldum, bir binanın bilmem kaçıncı katında. Çok güzel, zarif, nazik bir kadıncağız beni karşıladı, zaten randevu alıp gitmiştim. Güzel bir salona davet ettiler, ikramda bulundular, kadıncağız kitabı alıp ortadan kayboldu. 45-50 dakika sonra o da elinde uzun bir listeyle geldi, o da nelerin yapılacağını anlatıyordu. İstedikleri para gerçekten başımı döndürdü, cildi de belki 4-5 ay sonra vereceklerdi, fiyata cilt tercihi dahil değildi. Bana hepsi teker teker aklımı başımdan alan cilt seçenekleri sundu fakat ne parasına gücüm yeterdi ne de o kadar vaktim vardı. Bu tecrübeyi kazanç sayıp, ayrıldım, bin bir temennayla uğurlandım.
Geçenlerde bir kuru temizlemeciye verdiğim elbisenin perişan bir vaziyette geri geldiğini görünce deliye dönüp, bunları hatırladım. Bu iş nasıl oldu, nasıl oldu da bir toplum, eskiden 'hirfet' dediği, 'zanaat' dediği, 'el emeği göz nuru' dediği bu sahayı böyle toptan bir biçimde kaybetti?
Bu 'hirfet' kelimesi, mesela, ne kadar ilginç. 'Harf' kelimesi, 'herif' kelimesi hep aynı kökten geliyor. Bir şey yapmak, etmek demek, zanaatkarlık demek. Yani bizim küçümseyici bir mana verdiğimiz 'herif' aslında elinden iş gelen, bir şeyle meşgul olan insan demek. İş yapmayanın yerinin olmadığını anlatan, gösteren bir yaklaşım.
Osmanlıyı düşünelim. Uygarlık yaratamadı, onu biliyoruz ama eşsiz menendsiz bir kültür meydana getirdi. İğneden ipliğe işlemediği, inceltmediği, şahikasına çıkarmadığı bir tek alan bulunmaz; hattan hamam tasına, çiniden kumaşa, yemekten silaha kadar her alanda akıl, izan durduran eserler yarattı, üstelik üretilen her nesne bir başka nesneyle ilişkiliydi, iç içeydi, büyük bir kültürün zihniyet dünyasını yansıtıyordu.
Aynı şey Batı kültürleri, uygarlıkları için de geçerlidir. Dönemlerin, zihniyetlerin nesnelere yansıyan izdüşümleri vardır. Bu, teknolojiyle- ideoloji arasındaki ilişkiden kaynaklanır. Sözün daha açıkçası, bugün el işçiliği dediğimiz hadise aslında, esasında feodalitenin bir uzantısıdır. Henüz sanayi devriminin yaşanmadığı, fabrika üretimine geçilmediği dönemlerde her şey 'manifaktür' düzeyindeydi ve geçimin büyük yolu,bu tür üretim tezgahlarını işletmekle ilgiliydi.
Rönesans, Batı'da, bu oluşuma yeni bir boyut getirdi. Aile işletmeleri ortaya çıktı. Bunların bazıları bugünkü büyük aile şirketlerinin çekirdeğini oluşturacak şekilde dönüştü zaman içinde. Ama ilginçtir, bugün bakın Batı uygarlığına, mesela İtalya'ya, o gelenek aynen, eksiksiz, kusursuz devam eder.
Düşünün, bütün o Zegna, Fendi, Trussardi, Prada, Corneliani, Piano daha sayabildiğiniz kadar sayın, tüm o tasarım ve moda dünyası isimleri aile işletmeleridir. Büyümüş, çağdaş işletme anlayışıyla bütünleşmiş ama hiçbiri 'fabrikasyon' üretim yaptığını kabul etmez. Tümü, el işçiliğinin, ayrıntı özeninin had safhada olduğunu öne sürer ki, yalan da denemez, yanlış da..
Benzeri durum İngiltere'de veya Fransa'da görülür. Ayakkabıya meraklı olduğumdan örneği o sahadan vereyim: Church's, Tricket's, Lobb, James Weston nedir? Ayakkabıları hâlâ elde yapan Viyana'daki Scheer, Londra'daki Celeverley aynı anlayışla, 'hirfet' mantığıyla hareket ediyor. Biz ise yeni yeni firmaların kuruluş yıllarını ambalaj kağıtlarının üstüne yazıp reklamlarda kullanmaya başladık ki, o da kaç tane?
SANAYİLEŞMENİN SUÇU
Bütün bunlar neden durumun bizde böyle olmadığı sorusunu sorduruyor. Birkaç neden var. Birincisi, sanayileşmeye geçerken yerleşik manifaktür yapısını toptan ortadan kaldırdık. İkincisi, sanayileşmenin getirdiği toptancılık anlayışı, ürettiği ucuzluk, sahip olduğumuz ekonomik seviyeyle iyi bir uyum sağladı. Sümerbank ayakkabısı, kumaşı bize yetti. Bunlar ekonomik ucuzluk planındaki açıklamalar.
Şunu da yazayım: Zanaatı insanlar belli bir dinsel, ahlaksal anlayışla mükemmel yapmaya çalışırdı. Sanayi devrimi de sanayi disiplinini ve matematik dikkati getirdi. Biz zanaat anlayışını tümden kaybettiğimiz gibi güçlü bir sanayi anlayışı kurmadık. Ortaya özensiz, baştan savma, geçiştirme mantığına dayalı uygulamalar çıktı.
Denebilir ki, peki ama o el yapımı nesneleri kim alacak? Doğrudur bu soru. Sokaktaki adam demeyeceğim. Gerçi onun da payına düşen bir yanı olur bu anlayışın, o da kendi sistematiği içinde özenle üretilmiş bir nesneyi bulup alabilir, gelenek çizgisinde, ama asıl üstünde konuştuğumuz şeyleri elbette üst gelir grubundakiler alır. Zevk yükseldikçe pahalılaşan bir şeydir.
Ben de zaten onu söylüyorum, bizim burjuvamızın zevk probleminden söz ediyorum ve soruyorum, hayat bu kadar ucuz mu olmalı?
İMPARATORLUĞUYIKARKEN ASLINDA BİR ZEVKİ SELİMİ DE YIKTIK
Bir de kültürel ucuzluk var: İmparatorluğu yıkarken aslında bir zevki selimi yıktığımızı fark etmedik. Ortalamacılık, sıradanlık, kitlecilik tutkusu zaten çok dar olan zevk sahasının bütün bütüne tahribini getirdi. Eskiye ait olmak, eskiden beri devam etmek bizim için çok yakın bir zamana kadar, ayıpların en büyüğüydü. Süren, süregelen, devam eden zevk zinciri olmadı bizde. Başlangıçta, her türlü radikalizmine rağmen, Cumhuriyet bunu denedi.
Ama 1960 sonrasındaki büyük toplumsal kütle hareketi o zinciri kırdı ve ortaya tam bir estetik sefalet çıktı. Batı'da ise bütün o cumhuriyet meselelerine rağmen eğitim önce aristokrasi sonra da burjuva estetik değerlerinin toplumsal bilince yerleştirilmesine matuftur. Öyle olmayacaksa eğitime ne gerek var? Eğitimli insanın eğitimsiz insanla aynı zevki paylaştığını sadece Türkiye'de görebilirsiniz.