Kutluğ Ataman Türkiye'nin en önemli sanatçılarından biri... Çağdaş sanatın dünyaca tanınan ismi. Ataman bu başarısını büyük ölçüde dünyayı ve insanı en derin gerçekliğiyle kavramasına borçlu. Bu iki olgu, onun yapıtına derin bir siyasal damar ekliyor. Onun bugüne kadar hiç siyaset dışı bir yapıtı olmadı. Buradaki siyaset, bildiğimiz anlamının çok ötesine geçiyor ve insana ait her şeyi kapsıyor. Ataman'ın Sabancı Müzesi'nde, Sakıp Sabancı'nın 10. ölüm yıldönümü için gerçekleştirdiği yapıtı da bu bağlama yerleşiyor. Sanatçı, yapıtını, bir biyografiyi olabilecek en ilginç ve farklı bir yanından kavrayarak kurguladı. Sakıp Sabancı'yı toplumla ve tarihle son derecede ilginç ama sürekli bir ilişki içine yerleştirdi. Ataman'la daha önce de üzerine eğildiği 'biyografi' ve belgesel konusunu bu çok ilginç işi bağlamında ele aldık.
ASIL SORUN LİDERLİK
- Sakıp Sabancı ile ilgili bu anıt yapılırken başlangıç noktan ne oldu? Geçmişi taçlandırmak, geçmişi estetize ederek gelecek kuşaklara parlak bir miras olarak aktarmak mı, yoksa daha objektif bir hale getirip tarihsel gerçeklik temeline oturtmak mı?
- Bana yola çıkarken ilk söylenen Sakıp Sabancı'nın portresini yapmamdı. Ben de bu işi yapamayacağımı çünkü Sakıp Bey'i tanımadığımı belirttim. Bana 'Bir şey yap, konumuz şu' denildiğinde yapamıyorum. Bunun üzerine müzeyi tanıtan bir belgesel yapmam istendi. Sonra bu portre meselesi alevlenince altı ay geçti. Benim için buradaki esas sorunsal liderlikti. Bir insan diğerlerini kendi vizyonu etrafında örgütleyip mi yola çıkıyor, yoksa bu süreç bir arı kovanı gibi yavaş yavaş mı işliyor? Liderlik meselesini daha çoğulcu açıdan düşündüm. İnsanlar birer tuğla gibi bir lideri yaratıyor. O liderin suratını bir Atatürk portresi gibi göstermem gerekmiyor. Bunun hiçbir işlevi olduğuna da inanmıyorum. Çünkü o eser konuşmaz ve bir propaganda aracı gibi görünür. Halbuki Sakıp Sabancı'nın dokunmuş olduğu insanlar bir sanat eseri açısından daha anlamlı. Estetizasyon ise her zaman sonradan eklenen bir unsur.
- Sana bu iş ısmarlandığında, bugüne kadar getirdiğin değerlerle ilgili seni ne kadar rahatlatacağı veya zorlaştıracağıyla ilgili bir muhakeme yaptın mı?
- Öncelikle bu iş Türkiye'de sivil anlamda bir ilk. Beni çeken yanı da bu oldu. Türkiye'de portre geleneği Atatürk portreleri ve heykelleriyle sınırlı. Bunun dışında tabii ki hem klasik hem modern resmimizde denemeler oldu. Ama sipariş üzerine fazla esere rastlayamıyoruz. Sipariş bu anlamda şimdiye kadar bir tek devlet elinden veriliyordu. Bu iş sanat tarihimizde önemli bir kapı açtı. Tabii ki tepkiler oldu, insanlar sipariş kelimesine şaşırdı. Bu insanlar Rönesans'ı kabul ediyor ama çağdaş sanatta sipariş olmayacağını savunuyor. Bu çok büyük bir cahillik. Bu hususta esas önemli olan ise burjuva terbiyesi, yani siparişi veren kişinin o sanatçıya karışmaması gerek.
BU GÜVEN BURJUVA TERBİYESİ
- Bu süreçte sana hiç müdahale oldu mu?
- Aileden bir müdahale olsaydı ben bu işi bırakırdım. Onlar da bu anlamda çok önemli bir kapı açtı. Bir sanatçıya kendileri için bu kadar önemli bir hususta güvendiler. İşte bu güven, olması gereken burjuva terbiyesidir.
- Eserin bir müzeye yerleştirilmesine ne diyorsun? Müze daha donuk, daha tarih ve kimlik inşa eden, ideolojik bir alan... Sence bu, sınırları zorlayan bir kısıtlama mıydı?
- Benim için önemli olan bir kapıdan girebilmek. Bir kapıyı ilk sen açıyorsan, bir de o kapının süsüne bakmazsın. Ben buradan girerim ve müzede sergilenir, başkaları bunu kamusal alana taşıyabilir. Maalesef buralarda devlet propagandası hakim. Her yerde, dağlarda taşlarda dahi Atatürk heykelleri var. Kamusal mekan o anlamda gerçekten kamuya mı ait, tartışılır. Bence Türkiye'de kamusal alan çoğulculuk üzerinden yapılmış bir ideolojiye ait.
- Eserin müzede olması yapıtını yorumlayışında fark yaratıyor mu?
- Eserin nerede gösterileceği o kadar da önemli değil. Benim için önemli olan bir kişinin portresini yapıyor olacağım ve bu kişi, portre yoluyla ölümsüzleşecek. Eseri onu Sakıp Sabancı yapmış insanlar üzerinden, ufak bir mozaik şeklinde ortaya koydum. Dileyen herkes internet üzerinden fotoğraflarını gönderip esere sokabilecek, bu olay internet ve sosyal medya üzerinden yaşamaya devam edecek.
- Belgeseli nasıl yorumluyorsun? Gerçekten nesnel bilgi var mı?
- Ben belgenin kendisine inanıyorum. Ama belgesele son tahlilde inanamıyorum. Objektiflik olsaydı zaten sanatsal üretim çökerdi. Kurmacaya daha fazla inanıyorum. O yüzden Sakıp Sabancı'yı ben belgeleyemem dedim çünkü hiç tanımadım, o yüzden kurmaca tarafına bakıyorum ve bu anlamda kişisel bir eser yarattığımı düşünüyorum.
- Bu eseri gerçekleştirmek için neden video formunu seçtin?
- Eser 64 modülden oluşuyor ve o anlamda bir form içine hapsi söz konusu değil. Çünkü bu portre hep aynı formda var olsaydı, o zaman eser kendi içinde bir çelişkiye düşerdi. Çok statik, donuk fiziksel özelliklerden bir portre yapmıyorsunuz, eserin kendisinin de fiziksel olarak bir sabitlenme içinde olmaması gerekir. Tabii her formda olması mümkün değil, o sabitlenmeye işaret etmesi yeterli.
UÇAN HALI, ESERİN ESNEKLİĞİ
- Eser boşlukta yüzen bir halı gibi... Bu bir masal imgesi, aynı zamanda ütopik bir imge... Onu nereye oturttun bu formu verirken?
- Bu eserde o uçan halı dedikleri durum, eserin esnekliği. Ben omurgalı adamın iyi bir adam olduğuna inanmıyorum. Omurgalı adamı, odun olarak görüyorum. Çünkü omurgalı adamın fikri sabittir yani anti-entelektüeldir. Halbuki entelektüel olmak şikayet etmeyi, eleştirel, analizci ve cesur olmayı gerektirir. Bunu yaparken bazen statükonun yanında olman, bazen de ertesi gün fikrini değiştirmen gerekir. Bu yüzden bir sanatçının rolü ideolojilere ya da liderlere değil, fikirlere sadık kalmaktır.
- Bu özgür üretim sende 'Bundan sonra şunu da yapsam' gibi bir çağırışım oluşturdu mu?
- Bu geçmişte yaptığım işlerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıktı. Güncel olaylara, birtakım yollara, heyecanlara kapılıp giden biri değilim. Öyle olsam, o bahsettiğim odun olurdum. O odunlar maalesef, ülkemizde fazlasıyla var. Benim derdim kendini düşünce üreten bir entelektüel zannederek gördüğüm her tarafa bakıp sonunda yargımı mümkün olduğunca uzaktan ortaya koymaktır.
Türkiye'de sanat dünyası odun kaldı
- Türkiye'de 'Şunun portresini yapsam' dediğin biri var mı?
- Evet. Kendim.
- Peki ne zaman yapıyorsun?
- Şimdi ben sanat dünyasından çekildim, çünkü sanat kendi kendini kopyalıyor ve entelektüel anlamını yitiriyor. Tabii ki çok sevdiğim, üretmeye devam eden sanatçılar var. Ama zaten onlar da geriye çekilmiş. Tekrar geri geleceğim ama dönüşüm Türkiye'de olmayacak. Bu kadar taşlandığım bir ortamda eser çıkartamam. Son bir yıl içinde olanlar Türk sanat dünyasına ciddi anlamda irtifa kaybettirdi. Çok önemli bir sosyal deneyimden geçmiş olmamıza rağmen, sanat dünyası statik ve odun kaldı. Bütün bunların muhasebesini yapmak için erken olduğunu düşünüyorum çünkü yaralar hâlâ açık ve insanlar reaksiyonel cevaplar veriyor. Ya siyahtalar ya da beyazdalar. Oradaki gri alanı görmeleri için belki aradan bir beş-on yıl geçmesi gerekiyor.