Teknolojiye düşkünümdür. Çocukluğumdan bu yana bu alana ilgim hiç eksilmedi. Tersine, bir manada, diyeyim ki teknoloji beni izledi. O sahadaki merakımı doğrulamak (!) için sürekli olarak yenilikler icat etti. En büyük övünçlerimden biri ise kendi kendime, şöyle bir alet olsa diye tasarladığım aygıtların günün birinde karşıma hazırlanmış bir ürün olarak çıkmasıdır. Kablosuz çalışan bir 'speaker'ın, hem de bire bir düşündüğüm ölçülerde, önümdeki masada durduğu günü unutamam. Yanımdaki dostumun "Aman alma, bir iki ay içinde yarı yarıya fiyatı düşecek" demesine aldırmadan dolarla kıyıp almıştım. O gün bugündür zevkle kullanıyorum.
Aynı şekilde internet dünyasını, elektronik iletişim olanaklarını insanlığın en büyük kazanımlarından, başarılarından biri diye görürüm. Gerçek bir hazine bugün elimizin altındaki bu alan. O dünyanın sunduğu bütün yenilikleri de hiç mırın kırın etmeden benimsiyorum. Bugün Youtube'un olmadığı bir dünyayı tasavvur bile edemiyorum. Günyüzü görmedik onca malzemenin orada olduğunu, durduğunu bilmek bile içime ferahlık veriyor.
Buna karşılık kişisel iletişim fırsatlarına daima sırtımı çevirdim. Bunun bir nedeni sosyal bir insan olmayışımdır. Telefon bile benim için sıkıcı bir iletişim aracıdır. Ama bu onun yeryüzündeki en önemli cihaz olduğunu düşünmemi engellemez.
Facebook'u, Twitter'ı da hiç kullanmadım. Arada sırada yazarların köşelerinde, yazılarının altında görüyorum, adlarına açılmış sayfalarla bir ilişkileri olmadığını belirtiyorlar. Ben de o işlere bulaşmadım. Ama aynı şekilde adıma açılmış sayfaların varlığından haberdarım. Bir önceki hafta da onlarla ilgili bir olay geldi başıma.
YAVŞAKLIK BUNUN NERESİNDE?
Geçen pazar günü bu sayfada Andy Warhol üstüne bir yazı yayımlamıştım. Akşama doğru bu işlerle çok yakından ilgili bir dostum aradı, gazetede yazımın altında verilen linkten girilen Facebook sayfama bakıp bakmadığımı sordu, "Hayır" dedim. Baksam iyi olacağını söyledi, bana bir küfür varmış. Yüzüme edilmiş küfürle karşılaşmaktan hoşlanmak gibi bir huyum olmasa da girdim, gerçekten de, danıştığım kişiler adını yazmamın iyi olacağını belirtse de burada almayacağım bir kadın okur (galiba okumaz veya okuma yazması kıt) tek kelime yazıp 'yavşak' demiş. Gene adetim olmadığı halde kendi yazımı okudum. Bir yavşaklık bulamadım. Zaten anlayamadım da o sıfatı benim mi yoksa Warhol'un mu kazandığını ama böyle tatsız bir konuda bile olsa, onunla aynı nitelendirmeye eşit güçte aday olduğuma memnun oldum. Üstünde durmadım ama 'hayatın kapanan çemberleri' dediğim iş, bir kere daha başıma geldi.
Çalışmaya ara verdiğim bir sırada, kahveyi yapıp, puroyu yakıp, pazarın iki büyük zevkinden biri olan şeyi yaptım, Financial Times'ın Life and Arts ekini alıp yatağa uzandım (Diğer zevk, Akın'la İpek'in eve gelmesi, yaptığım yemekleri hep birlikte yemek). O da ne, ilk sayfada tam da bu konu hakkında uzun bir yazı. (Tabii, Britanyalılar hâlâ gazetelerin hafta sonu eklerinde bu kabil uzun, düşünce yazılarının yayınlanması gerektiğini bilecek kadar işin bilincinde. Galiba o ülkede 'halk' yok (!))
Baştan sona okudum. Bir olaydan ve AİHM'in ona yönelik kararından söz ediyor. Estonya'nın en önemli web sayfalarından biri, Delfi'de, bir gemicilik şirketinin yeni taşıma yolu hakkında bir makale çıkıyor. Makaleye hızla yorumlar geliyor. Kısa bir süre içinde bu yorumlar 200'e yaklaşıyor. İçlerinde galiz küfürler içerenler mevcut. Delfi'nin bunları yönetecek araçları var. Fakat sesini çıkarmıyor. Aradan altı ay geçtikten sonra firma davayı açıyor ve AİHM, Delfi'yi suçlu buluyor. Sadece küfürlü yorumlara yer verdiği için değil, orada onca uzun süre tuttuğu için de değil. Bunlardan ötürü cezalandırıyor firmayı ama aynı zamanda diyor ki, elektronik medya makalenin/haberin içeriğini bilip, ne tür tepkiler geleceğini öngörüp ona göre 'ön-yönetim' (pre-moderation) hazırlığı içinde olmalı ve o ağır mesajları topluma ulaşmadan ortadan kaldırmalı.
GOOGLE'DAN KÖTÜ SÖZE EK TEDBİR
Kıyamet kopuyor. Büyük medya şirketleri bunun düşünce açıklama özgürlüğüne darbe olduğunu söyleyip imza kampanyası başlatıyor. O arada Delfi'nin karara itirazı üst mahkeme tarafından reddediliyor. Velhasılı kelam ortada yeni bir durum var. Ama o kadar da yeni değil. Yazıda açıklanmış, yüz küsur yıllık bilim dergisi Popular Science, mesela, yorumlara yer vermiyor, hem de onlara epey yüklenerek. Arianna Huffington öyle yorumlara çok tepkili. Google, 'kötü söz' içeren, aşağılayıcı, kırıcı yorumları yönetebilmek için ek tedbirlere gidiyor.
Bana sorarsanız, ortada ciddi bir sorun var. Yasaktan yana mıyım, hayır kesinlikle değilim. Google'da her şey de alabildiğine serbest olmalı. Elimizde bunları yönlendirecek araçlar var. Gazetemizin sosyal medya sorumlularını aradım ve sabah.com.tr yöneticisi Özgür Yici ile görüştüm. Bana bu tür itirazları önlemek için yorumların sürekli izlendiğini, 'bozuk olanları' (deyim benimdir) derhal sildiklerini belirtti. O kötü niyetli ve küfre başvuran düşük ahlaklı kişilere bazen yazarın bloğunu bazen de bütün yazarları kapatıyorlar (Benim durumumda o hanımın gazeteye erişimini engelledik). Bu işlemleri kendileri yaptıkları gibi, dileyen yazarların yapmasına olanak da sağlıyorlar. Kısacası, biz, benim de taraftarı olduğum gibi, kem sözü 'modere' ediyoruz.
Düşünce açıklama özgürlüğü, demokrasinin tek unsurudur. Demokrasinin seçim, çoklu karar alma süreçleri gibi mekanizmaları 'söz' ve konuşma sonrasında işler. Düşüncenin kapatıldığı bir düzlemde demokrasi olmaz. İnternet bu açıdan eşsiz bir zemin.
Bu nedenle demokrasinin özünü, yöntemini de hayli değiştirecek. Fakat henüz bu işlerin mağara devrindeyiz, taş devrindeyiz. Bu kısıtlamaları ancak özgürlüğün sınırlarını genişleterek aşabiliriz. Bir de hiçbir şeyi tabulaştırmadan. O yorumların bazıları değerlidir ama çoğu sıradan, ucuz ve basit olacaktır. Bu doğaldır. Biz "Kötü söz sahibinindir" deriz, sahibine iade ederiz, olur biter.