Müzeyyen Senar birkaç gün yattığı hastaneden çıkıp evine dönmüş. Mutlu oldum bu haberi okuduğumda. Kendisine daha nice yıllar dilerim. Bu haberleri okuduğumda Yahya Kemal'in o çok güzel iki mısrasının ilkinde söylediği gibi "Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta" diyemesem de, ikincisinde belirttiği şartlardaydım, yani "Zihnim bu şehirden bu zamandan çok uzakta" idi ve 'Senar'lı yılları' düşünüyordum. Öyle bir nostalji duygusuyla değil, ne olup bittiğini anlamaya çalışarak. Çünkü çok garip bir şey olmuş ve 1930'lardan itibaren Türk müziğinde onca etkili bu isim bugün meyhanelerde dinlenen bir sese dönüşmüştü.
EVİMİZDE OSMANLI MÜZİĞİ DİNLENİRDİ
Benim çocukluk evim Osmanlı müziği ve sonrasıyla içli dışlı olan bir evdi. Bu müzik, evin ekmek ve su gibi bir ihtiyacıydı. Babam daha 'Tarihi Türk Müziği' dinlerdi. (Evet, bu isim Osmanlı müziğine verilen bir 'resmi ad' idi ve Ankara Radyosu'nun, Ruşen Ferit Kam'ın yönettiği, bu adla anılan bir korosu vardı) Annem ise onun şarkı formuna ve 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başıyla 1950'lerdeki neo-klasik bestecileri tarafından biçimlendirilen kısmına meraklıydı. Babam o eskileri cızırdayan, sesi gidip gelen radyoda koroyu dinlediğinde, o odasını değiştirirdi. Ben de sonra o klasiklerin müptelası oldum ama evde bizimkilerin yetişme yıllarına denk gelen büyük sahne isimleri telaffuz edildiğinden onları da öğrendim. Bir de Radyo Haftası dergileri ciltli olarak dururdu, onları okurdum, öyle olunca da Müzeyyen Senar, Radife Erten, Perihan Altındağ Sözeri, Hamiyet Yüceses kadınlardan, Münir Nurettin başka bir kategori olmak şartıyla, erkek hanendelerden kulak dolgunluğu edindim. 1960'tan sonra kadın erkek önde gelen isimleri sahnedeyken de, radyoda da, konserde de dinledim. Müzeyyen Senar gerçekten farklıydı. 1970'li yıllarda uzun bir suskunluk devresinden sonra yeniden ortaya çıktı ve hayli kalınlaşmış, önceden onu dinleyenlerin neredeyse tanıyamadığı bir sesle birbiri ardınca 'veda konseri' vermeye başlamıştı. Televizyona çıkıyor "Veda etmeye geldim" diyordu, o arada kasetler yayınlamaya başladı, onlar da Veda-1, Veda-2, Elveda, Son Veda gibi isimler taşıdı. Senar çok yakın bir zamana kadar sahneden inmedi. İyi ki de inmedi, veda değil devam etti.
İLK CAZCILARIMIZDAN SAYILIR
İlk dönem plaklarındaki sesi gitmişti. Doğaldır. Bütün büyük hanendelerin, muganniyelerin sesi değişir, bu da onlara farklı bir lezzet katar. Ama üslubu aynıydı Senar'ın ve bu çok farklı bir üsluptu. Bir akademik üslup veya 'fem-i muhsin' onda hiç olmamıştı. Kişiliğinden gelen özelliklerle de öyle bir arayış içine girdiğini sanmıyorum. Gerçi radyo kayıtları sahne üslubundan farklıdır ama orada da öyle klasikler ve onlara uygun bir tarz bulunmaz. Bendenizin belki biraz da ukalaca bir ifadesiyle Senar bizdeki ilk cazcılardan sayılabilir. Caz söyleyenleri ben kendime göre tanımlıyor, ne okursa onun (artık o kimse...) okuduğunu anlarsınız, neyi okursa kendine göre okur diyorum. Burada her sanatçının kendine ait üslubundan bahsetmiyorum. O zaten öyledir. Caz sanatçısı haleti ruhiyesini şarkıya katan, ona kendine göre bir şekil verendir. Aynı parçayı da kaç kere okursa, o kadar farklı okur. Şu tanıma Senar'dan daha uygun birini bulmak zordur. Batılılar'ın 'moody' dediği, bizim 'heyheyli' diyebileceğimiz bir tarzın sahibidir ve bu hal okuduğuna çok güzel yakışır. Yahya Kemal'in "Bizim romanlarımız şarkılarımızdır" dediği hatırlanırsa, bu tutumun manası daha iyi kavranabilir. Zaten Türk müziği sarayda akademik haliyle icra ediliyordu ama muhakkak ki, bir oda müziği olarak halk arasında içli, gündelik hayatın ve insan ruhunun bir aksı olarak söyleniyordu. Sahne öyle ceffelkalem silinecek bir şey değildir. Fasıldan şahsi icraya kadar gelen büyük zenginlik ve Türk müziğinin meşke dayalı açık uçlu yapısı içinde sahnenin getirdiği küçük de olsa bir katkıdan söz edilebilir.
SENAR'I ZEKİ MÜREN TAKİP ETTİ
Senar, bu gerçeği büyük sezgisiyle fark etmiş ilk isimlerdendi. Sahneyi o kurdu. Sahnenin hakimi o oldu. Onu iki kişi izledi. Erken döneminde Zeki Müren, son döneminde Bülent Ersoy takipçileri oldu. Fakat 1980 sonrasında hadise yön değiştirdi. Çünkü toplum değişti. Ve Türk müziğinin, 'alaturka'nın bahtı döndü. Eskiler hatırlanmaz oldu. Piyanist şantörler 1980'leri damgaladı, 1990'larda Müslüm Gürses'lerin yükselişi izlendi, 2000'lerde 'pop alaturka' ortaya çıktı ve Müzeyyen Senar, Zeki Müren, hatta tek tük şarkısıyla Münir Nurettin dahi meyhanede dinlenir oldu. Bu trajik bir gelişmedir. Çünkü eskiyi aşmayı anlıyorum. Artık nasıl Taksim'e kravat takıp, şapka giyip çıkılmıyorsa sahne izleyicisinin de 'beyefendi' ve 'hanımefendi'lerden oluşması gerekmiyor. Ama ortadan kalkanın yerine bir şey koymak gerekir. Onu yapamadık. O kadar yapamadık ki, iş, tiyatroya döndü. TV'deki ses yarışmalarına katılan 'sanatçıların' o garip giysileriyle ve davranışlarıyla bütünleşti. Kültür ve gerçek kendi hükmünü icra ediyor. Beni şaşırtan ve sarsan klasik icranın ortadan kalkması. O bir çıtaydı. O yok olunca iş, önce Senar ve kuşağına kaldı, o da gidince bugün geldiği noktaya erişti. Bir diriliş olabilir mi, bilmiyorum. "Müzeyyen Senar belki de Türk müziğinin içine düştüğü durumdan hastalanmıştır" diyorum, avunmak için, ona sağlıklar ve uzun ömürler dilerken.