"Madonna da, Ajda Pekkan da kendine âşık. Çılgınca bir iradeyle kendilerini kontrol ediyor, aman vermez bir disiplin uyguluyorlar. İçlerinde narsisizm ateşi yanmasa bu mümkün olmazdı"
Geçen gün, her sabah yaptığım gibi kahveye oturdum.
Bir kadıncağız geldi. Abartılı bir el hareketiyle garsonu çağırdı. Bir şeyler sipariş edecek. Her lafının sonunda, üstelik de şeddeleyerek 'istiyorum' diyor. "Yahu," dedim içimden, "Bunu bir garsona söylüyorsan zaten istiyorsundur, ne âlemi var her defasında vurgulamanın?" Ama sebep belli: Genç hanım zaten orada gizli 'ben'i, yani kendisini vurgulamak için 'istiyorum' diyor: 'Ben istiyorum'.
***
Biz '
isterim/
istiyorum' diyen bir ulus değiliz.
Mahcup ve suskun insanlar olduğumuzdan bakkala falan girdiğimizde, eskiden, 'Sizde ... var mı?' diye sorardık. Dikkatinizi çekerim, bırakın 'istiyorum' gibi emir kokan bir kipi, 'isterim' bile demez, bu iki kullanımın içerdiği açık veya gizli 'ben' sezdirmesinden kaçınır, bilakis 'Sizde var mı?' diye sorardık, 'sizde'... Böyle yukarıdan bakan 'istiyorum' tonlamalarına, ilk kez asistanlar odasında rastlamıştım. Bir kadın hocamız hışımla içeri girip, topuklarının üstünde yükselip, "Tebeşir istiyorum," demişti. Zaten kapıyı da bu üsluba uygun bir biçimde, gümbür diye, ardına kadar açarak girmişti. O zaman da, geçen sabah da "Allah Allah, ne oluyor?" demiştim ki, ansızın kafamdaki üç-beş şey yan yana gelerek bir cevap oluşturdu.
Uzun lafın kısasını isteyenler için bulduğum yanıtı hemen vereyim: N
arsisizm kültürü! Şimdi de bana o cevabı buldurtan ve gözümün önünde canlanan resimleri anlatayım.
***
Geçenlerde Türkiye 'büyük bir olay'la çalkalandı:
Madonna 'topraklarımıza ayak basacaktı'. Geldi. Meydanları, alanları salladı, sarstı. Bana göre de büyük bir sahne/şov sanatçısıdır. 1980'lerden başlayarak görsel algımızı, ideolojimiz, anlayışımızı, bütün o
Jaws, E.T.,
Alien vb filmler ve
Michael Jackson gibi sanatçılarla birlikte değiştirmiştir. Nasıl unuturum, henüz dört-beş yaşlarındayken okuma yazmayı kendi kendine söken Akın'ın ağzının içinde dolaştırdığı bazı kelimelerin sesini duyup, o eğri büğrü harflerle onları yazıya dönüştürme çabasını? O sözcüklerin birçoğu ve onlara uygun biçimde yaptığı resimlerin neredeyse tamamı Madonna'nın şarkıları ve görüntüsüydü.
Onun sahnedeki şovunu sonradan TV'de bölük pörçük izledim. Bu kadını şu 50 küsür yaşında bu kadar enerjik yapan, "Ona sahneyi böyle bir nebülöze dönüştürten güç nedir?" diye kendi kendime sordum. Anadolu insanının nine olduğu yaşta, o memesini açıp gösteriyordu.
***
Kafam bu soruyla meşgulken bir gece gene yorgun argın eve dönüp televizyonun düğmesine bastım. Karşımdaki, '
Türk Madonnası' Ajda Pekkan, galiba 70 yaşı civarında, yani Madonna'dan 20 yıl daha yaşlı olarak, sahnede taş bebek gibiydi. Sahneyi boydan boya, yıldırım hızıyla kat ediyordu. Hayretle ve hayranlıkla izledim. Ajda Pekkan o görüntüsüne sahip olmak için hayatı boyunca kendisine bakmış, kendisini korumuştu.
Zeki Müren "Sesim bozulmasın diye ömrüm boyunca bir bardak buzlu suya hasret kaldım," diyordu. Muhtemel değil muhakkak Pekkan da yememiş, içmemiş kilosuna dikkat etmişti. Her gün egzersiz yapmıştı. Sayısız ameliyat geçirmişti. Giyimine kuşamına azami ölçüde dikkat etmişti. O garip, Türkçeyi bir yabancı telaffuzuyla konuştuğu aksanını bile icat etmişti. Onun için bile çalışmıştı.
Bu işin bir tek sırrı vardı:
Narsisizm.
Madonna da, Pekkan da kendilerine âşık insanlardı. Kendi gözlerinde, şuurlarında yarattıkları, sahip oldukları 'görüntüyü', daha doğrusu 'ben'i, 'benlerini' (egolarını) o kadar seviyorlardı ki, onun değişmesine, yıpranmasına tahammülleri yoktu. Bana göre çılgınca bir iradeyle kendilerini kontrol ediyor, üstlerinde aman vermez bir disiplin uyguluyorlardı.
O narsisizm ateşi içlerinde yanmasaydı, bu mümkün değildi.
***
Şaşacak bir şey yok. Sahne sanatçılarında genellikle görülen bir şeydir bu. Ama bu işi daha bir mağdur ifadeyle ve ruhlarındaki kırgınlıkları unutmak maksadıyla yaşayanlar da vardır. Galiba
Janis Joplin onlardan biriydi. Her konserinde binlerce, on binlerce insana "Beni seviyor musunuz?" diye soruyor, "Evet," yanıtıyla yetinmiyor, "Söyleyin!" diye bağırıyordu... Hiçbir şefkat gösterisi, içinde, onu dağlayan o yanardağı söndüremezdi.
Bir böyle kişi de
Marilyn Monroe'ydu. O da muhtemelen kendisini seviyordu ama bu narsisizm, iki yanı keskin bıçaktır. Gözünüzde yarattığı imgenizi başkalarının gözünde yaratamadığınızı hissettiğinizde veya sizi tatmin edecek cevabı alamadığınızda yıkılıp gidersiniz. O da öyle yapmış, uyku haplarını içip mutsuzluğuna son vermişti.
Ama
Joplin ve Monroe örnekleriyle
Madonna ve Pekkan örnekleri arasında önemli bir fark vardı. Joplin'ler,
Freud'un tabiriyle
nevrozlar çağının insanıydı. Narsistik bir yanları olsa bile, bunu nevrozun, depresyonun içinde yaşıyorlardı. Oysa geç 20. yüzyılda yeni bir çağ başladı. Bu evrede artık nevrozlar aşılıyor,
narsisizm çağı başlıyordu. 21. yüzyıla bu hızla girdik. '
Cinsellik ve Kent' (
Sex and the City - bayılıyorum Türkçesini söyleyince insanların şaşırmasına...) dizisi bu işin kırılma noktalarından biridir. Kendilerine yiyip içen, kendilerine alışveriş yapan, kendilerine eğlenen insanlar. Aşklarını bile kendilerine âşık oldukları için yaşayan kadınlar... Bu noktaya 'yükselemeyenler' için de '
Umutsuz Ev Kadınları'!
***
Sabah sabah tenha, benim gibi uzak ve kendi içine gömülmüş bir adamdan başka kimsenin bulunmadığı bir kahvede karşısındaki çocuğa haykırarak "İstiyorum, istiyorum," diyen kadıncağızı duyunca işte ansızın bu görüntüler, bu düşünceler kafamda sıraya dizildi. Çaresi yoktu o hanımın, öyle konuşacak, sesini öyle üst perdede tutacak, ortalığı çın çın öttürecekti.
Muhtemelen bir önceki gece Ajda'yı, Madonna'yı ve
Kent ve Cinsellik dizisinin eskilerden kalmış bir bölümünü izlemişti.