"Başlangıçta söz vardı ve söz tanrı katındaydı ve söz tanrıydı."
Epigraf, Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı ile birlikte iki başyapıtından biri olan Kara Kitap'ın ilk epigrafında söylendiği gibi esrarı öldürüyor olsa da özellikle Pamuk ve Umberto Eco gibi romancılar esrarı öldüren esrar olarak nitelendirilen 'ilk söz'den hoşlanırlar. Pamuk, Kara Kitap'a "Epigraf kullanmayın. Çünkü yazının içindeki esrarı öldürür," ve "Böylece ölecekse öldür o zaman sen de esrarı. Esrar satan yalancı peygamberi öldür," sözüyle başlar. Eco da, Foucault Sarkacı ile birlikte iki şaheserinden biri olan Gülün Adı'na Juhanna İncili'nin ilk cümlesini epigraf olarak seçer. (Bu yazının da epigrafı.)
Biz de yazıya Eco ve Pamuk'tan birlikte söz ederek girdik. Zira (Muhteşem Yüzyıl dizisi yüzünden bu kelime de karizmasını yitirdi ama) iki büyük romancı geçtiğimiz hafta Boğaziçi Üniversitesi'nin kuruluşu vesilesi ile düzenlenen konferansta konuşma yaptı.
İtalyan romancı, denemeci, edebiyat eleştirmeni, semiyolog ve 'postmodern filozof' Umberto Eco'nun, "İnsanların yüzde 50'si aptaldır," sözüne, geleneksel medyada 'best seller demeç' (sosyal medya diliyle trending topic) muamelesinin yapıldığı konferanstan söz ediyorum. Eco, bu konferansta başka önemli şeyler de söyledi elbette ama geleneksel medyamız, ünlü öykücü Aziz Nesin'in "Türk halkının yüzde 60'ı aptaldır," sözüne aşina olduğu için haberi, gazetecilik açısından haklı gerekçelerle buradan gördü.
ENTELEKTÜELLERİN 1 NUMARASI!
Umberto Eco deyince akla gelen bir başka gazete başlığı daha var. Hürriyet muhabiri Cansu Çamlıbel'in Eco ile İtalya'daki evinde geçtiğimiz günlerde yaptığı röportaj, gazetenin internet sitesinde 'Dünyanın 1 Numaralı filozofu Umberto Eco ile çok özel röportaj' manşeti ile lanse edildi. Şayet varsa ve kim olduğu biliniyorsa Ergenekon'un 1 Numarası'nı faş eder gibi 'dünyanın 1 numaralı filozofu' ilan edilmek, herhalde en çok Eco'nun tuhafına gitmiştir.
İnternet vasıtasıyla edinilen bilgiler ve sosyal medya üzerinden ulaşılan haberlerle kalıcı bir müktesebat oluşturulamayacağına inanan bir düşünür Eco. O yüzden bir gazetenin sitesi de olsa internette '1 numara' ilan edilmek onun açısından ciddiye alınır bir durum değil. Ama Twitter'da kız tavlamak için birkaç parlak cümle yazana aforizma yazarı muamelesinin yapıldığı bir çağda Eco'ya 'dünyanın bir numaralı filozofu' demek de pek abes sayılmaz.
Gelgelelim böyle bir tasnifin kendisi abes. Eco, 'dünyanın en büyük filozofu' olamayacak biri değil elbette. Hangi kriterlerle, kime kıyasla '1 numara' ilan edildiği bir muamma olduğu ve böyle bir mukayese de epistemolojik açıdan yersiz olacağı için Eco'ya 'dünyanın 1 numaralı filozofu' yerine çağımızın büyük entelektüellerinden biri demek daha doğru olur.
Umberto Eco, siyasetten pek hazzetmeyen ve bu yüzden mümkün mertebe siyasi konularda konuşmaktan kaçınan bir yazar. Konuştuğu zamanlarda da Silvio Berlusconi başta olmak üzere İtalyan politikacıları yerden yere vuruyor. Sürekli genç kadınlarla düşüp kalkan poligam bir politikacı ile hayatını genelde dört duvar arasında kitaplarla geçiren bir entelektüelin birbirinden hazzetmesi beklenemez. Aralarında sadece 4 yaş fark olsa bile (Eco, Berlusconi'den 4 yaş büyük) 'yaşam tarzları' külliyen farklı.
'ŞARABIN ANAVATANI'NDA DOĞDU
Umberto Eco, 5 Ocak 1932'de ince kabuklu, narin Nebbiolo (Fransızların Pinot Noir'ının muadili kabul edilir) üzümlerinden mamul şaraplarıyla meşhur Kuzey İtalya bölgesi Piemonte'nin Alessandria şehrinde doğdu.
1962'de Torino Üniversitesi'nde doçent, 1969'da Floransa Üniversitesi'nde görsel iletişim dalında profesör oldu. 1971'de Bologna Üniversitesi'ne geçti. 1975 yılında bu üniversitenin Gösteri ve İletişim Bilimleri Enstitüsü'nün başına getirildi.
Eco'nun; Anghiari, Strega, Viareggio, MacLuhan Teleglobe ve Medicis Ödülü gibi ödülleri var. Ne var ki; henüz Orhan Pamuk gibi Nobel Edebiyat Ödülü'nü alabilmiş değil. Bunu, Pamuk kadar amaçlamadığından olsa gerek…
Umberto Eco'nun Gülün Adı, Foucault Sarkacı, Önceki Günün Adası, Baudolino, Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi ve Prag Mezarlığı adlarını taşıyan 6 romanı bulunuyor. Bunun haricinde deneme kitapları da var. İlk romanı Gülün Adı 1980'de yayınlandığında büyük gürültü kopardı. Gülün Adı, 14. yüzyılda geçen, Fransisken ve Dominiken tarikatlarının Hıristiyanlık tarihindeki çekişmesini de konu alan, polisiye kurgu tekniğinin, klişelerin ve parodi/pastişlerin yoğun biçimde kullanıldığı bir 'tanımlanamaz' postmodern romandı. Roman, Vatikan'ın tepkisine de neden oldu.
Bu noktada Eco'nun postmodernizmden ne anladığını kendi ağzından aktarmakta fayda var. Eco, "Sanırım postmodern davranış, ince ruhlu bir kadına âşık ve ona 'Seni delice seviyorum' diyemeyeceğini bilen bir adamınkidir. Çünkü adam, kadının bu sözlerin Barbara Cartland tarafından zaten çoktan yazılmış olduğunu bildiğinin farkındadır," diyor.
Umberto Eco'nun eserlerinde, çeyrek yüzyıl boyunca Ulysses'ten başlayarak bütün romanları üzerinde çalıştığı James Joyce ile Arjantinli büyük öykücü Jorge Luis Borges'in belirgin etkisi var. Gülün Adı'ndaki kör keşiş ve kütüphaneci Burgoslu Jorge, elbette Borges'e gönderme. Yeri gelmişken manastırdaki gizemli cinayetleri çözmeye çalışan Baskervilleli William'ın Sherlock Holmes'un yazarı Arthur Conan Doyle'un Baskervillerin Köpeği romanına gönderme olduğunu da belirtmeli.
Foucault Sarkacı ise Tapınak Şövalyeleri başta olmak üzere tarihteki gizemli grupları, günümüzde geçen bir hikâye ekseninde derinlemesine inceleyen bir komplo romanı, alternatif kurmaca tarih denemesiydi.
Eco'nun diğer romanları Önceki Günün Adası (Robinson Crusoe'nun yeniden yorumu sayılabilir), Baudolino (İstanbul'un Haçlı Seferleri sırasında yıkılıp yağmalanmasını anlatır), Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi (Hafızasını kaybetmiş bir adamın öyküsü) ile Prag Mezarlığı (Absent dumanları arasında hazırlanan cinayetlerden satanist örgütlere; cinsellikle pek fazla ilgilenmeyen, hastalarının rüyalarına burnunu sokmamaya kararlı doktor Froïde Torino'nun -elbette Freud'dan ilhamla yaratılmış- tezlerinden masonlara karşı entrikalar kuran Cizvitlere kadar pek çok vaatkâr konuyu ilk iki romanı kadar başarılı sayılamayacak biçimde işliyor) da 'çok satanlar' listesine girdi.
ÇAĞIMIZIN EN GÜZEL KADININI SEÇTİ
Umberto Eco, 1954'te Torino Üniversitesi'nde iken Skolastik dönem filozofu Aquinalı Thomas'la ilgili tezini yazdı. Bu okuldayken tanrı ve Katolik Kilisesi inancını yitirdi. Bu yüzden Vatikan'la arası pek hoş değil.
Estetik üzerine araştırmaları ile de tanınan Umberto Eco'nun bu alandaki en önemli kitabı Güzelliğin Tarihi. Eco, bu kitabında Monica Bellucci'yi çağımızın en güzel kadını olarak nitelendiriyor. Kimileri, kendi ülkesinin vatandaşı olduğu için Bellucci'yi kayırmış da diyebilir ama Eco'nun -tarihin ilk zamanlarından bu yana güzellik anlayışının; 'zeitgeist'a, zamanın ruhuna uygun değişimini ince eleyip sık dokuyarak araştırdığı düşünülürse- Bellucci seçiminin olabildiğince nesnel sayılabileceği söylenebilir.
APTAL KURNAZLAR, ZEKİ BUDALALAR (!)
Aziz Nesin, aptallıkla ilgili görüşünü; bütün değerlerin esneyip dönüştüğü, kimisinin parçalanıp, atomize olduğu günümüzde dile getirebilecek durumda olsaydı belki geçmişteki kadar tepki çekmezdi. Çünkü sabırlı, zahmetli okuma ve yazma kültürünün can çekiştiği günümüzde göz atma, 140 karaktere sığıştırılmış fikirler üretme modasının zihin tembelliğine yol açtığını -bu modaya uymak zorunda olanlar da dâhil- herkes kabul ediyor. Gelgelelim aptallık kelimesinin, literal anlamı dışına çıkacak kadar değiştiği göz önüne alındığında işin rengi biraz değişiyor.
Zekâsı pek keskin olmayıp da çıkarını, başkalarına zarar vermeyi göze alacak ölçüde gözetenlerin sayısı günümüzde giderek artıyor. Meseleye "Teknoloji insanı aptallaştırıyor," klişesinden bakılırsa yeni nesillere mensup olanların zekâlarını pek işletmek mecburiyetinde kalmayacakları için 'aptallaşacakları', bununla birlikte çıkarlarını fazlaca gözetmekten taviz vermeyecekleri düşünülebilir.
Aziz Nesin'in belki buna pek ihtiyacı yoktu ama günümüz düşünürleri, aptallıkla ilgili yorum yaparken bir insanın aptalken, aynı zamanda kurnaz da olabileceğini veya çok zeki olsa da budalaca davranabileceğini de not düşmeliler. Çünkü bir oksimoron çağında yaşıyoruz. 'Kurnaz anti-entelektüellerin' ve 'budala entelektüellerin' (!) çağında…