O öldükten sonra karıma olan aşkım daha da büyüdü
- Eşinizin ölümünün ardından tüm tablolarınızı yakmak istemişsiniz.
- Tabii, doğrudur. Bu tablolara iyi bak, karar vermiştim; hepsini, hem de hepsini yakacaktım! Hakikaten yakacaktım, bir dostum engel oldu bana...
- Dayanağınız ne oldu?
- Çok boşluğa düştüm! Dayanmak çok güç hâlâ. Ukalalık edip, âşık rollerinde Âşık Veysel gibi ağlamak istemiyorum, ama hakikaten öldükten sonra daha çok sevdim karımı, çok büyük bir insandı. Tanımanızı isterdim, belki de şu an buradadır. Herkes bana diyor ki: Rüzgar gibi zaman her şeyi süpürür, unutursun. Genç bir taze kanla evlenirsin!' Ne arkadaşlarım var; Türk Fransız, Alman... Hepsi boşanmış. Onlara diyorum ki: 'Siz aşk diye bir şey bilmiyorsunuz!'
- Paris'e dönecek misiniz?
- Daha belli değil, şimdilik ne yapacağımı bilmiyorum. Bir senedir İstanbul'dayım. Paris'te fabrikalara bakıyorum, bacalarına; Sultanahmet'in minareleri gibi geliyor gözüme.
TABLOLARIMI ALIN, ONU YAŞATIN
- 1958 yılında Paris'e gidiyorsunuz birlikte. Paris'teki yaşam nasıldı?
- Bir otel vardı. İki kişi bir gece altı kuruştu; şimdi 6 milyon dolar versen giremezsin; bir sene orada kaldık. Paris'te her işi yaptık. Zincirli anahtarlıklar vardır; geceli gündüzlü çalışıp 1 kuruşa 10 bin tane anahtarlık yaptık. Sonra fabrikada da çalıştım. Fabrikada epey hırpalandım, ama orada bile resim yaptım; sigara kağıtlarına, jelatinlere... Paris hakikaten çok güzel, ama yaşaması çok güç.
- Hayli sıkıntılı günler yaşamışsınız.
- Evet, elimizden tutan kimse olmadı; ne Türk hükümeti ne arkadaşlar ne de eski ressamlar... Fransa'da dört büyük devlerin galerisinden bir tanesi Suzanne De Coninck'ın galerisiydi; eşim Fransızca, İngilizce, İtalyanca bildiği için Suzanne De Coninck, Sevinç'i yanına sekreter olarak almıştı. Kimler teşhir ediliyordu, biliyor musun? Dev adamların sergisi; Vasiliy Kandinsky, Serge Poliakoff... Sonra galerinin patronu benim resimlerimi gördü. 'Erdal, bir sene daha çalış, seni de galerimde teşhir edeceğim,' dedi. Nitekim öyle de oldu.
- Paris'te bu zorlukları yaşarken geri dönmeyi hiç düşünmediniz mi?
- Düşünmedik. Yazın İstanbul'a, Büyükada'ya ve Bodrum Yalıkavak'a geliyorduk zaten. Eşim 30 yıl konservatuarda solfej hocalığı yaptı. Resimlerimi yapmaya ve sergilemeye devam ettim, bir ara baktım atölyelerde resim dersi veriyorum; 22 yıl! Resim hocası değilim ben be! Ressamım! Haftanın dört günü resim dersi, üç günü de resim yapıyordum. Şu tuval var ya, o tuvali üç dakikada yaptım, ama 58 sene ve üç dakika... Derdim ki: 'Ben o kadar çok âşığım ki resim dünyama, terleyince benim terim renkli akar!'
- Sevinç Hanım'a olan aşkınız sanatınıza nasıl yansıdı?
- Sevinç'in bana çok iyiliği dokundu. Sanat ve müzik dünyasını bıraktı, en sevdiği piyanosunu bıraktı; galerilerde çalıştı. Onun için hiçbir zaman kendimi affetmiyorum, hiçbir zamanda affetmeyeceğim (Ağlıyor). Resim yaptığım zaman iyi mi olmuş kötü mü olmuş diye önce ona sorardım.
- Peki, eşinizin hasta olduğunu nasıl öğrendiniz?
- Hiç açma onu! Paris'te en büyük doktorlara, kralların, hükümet adamlarının doktorlarının gittiği hastanelere götürdüm eşimi. O hastanelerin bekleme salonuna giremezsin, dev aletler, dev doktorlar var; ama hiçbirisi de eşimin hastalığını bilemedi. 'Ne olur, tüm tablolarımı hediye edeyim size; kurtarın onu,' dedim. Sonra Üsküdar'daki bir doktor hastalığını teşhis etti. Beyninde tümör varmış. Doktor 'Geç kalınmış, 80 yaşında bu ameliyat olmaz!' dedi. Bir hafta gibi çok kısa sürede de (Ağlıyor)... Başka şeyden bahset ne olur, dayanamayacağım. Zaten mezarına gidip gömemedim, inanmıyorum ben öldüğüne... Dün akşam rüyamda gördüm, saçını yaptırmış; senden daha dinç görünüyordu.