21 TEMMUZ CUMARTESİ
BU YAZIN EN ŞAHANE KEŞFİ: CALIDUS
Ne acayip insanlar var. Bodrum'un, Çeşme'nin kalabalığından, pahalılığından, keşmekeşinden şikayet edip edip gene ilk fırsatta kendilerini Bodrum'un, Çeşme'nin temmuz cinnetine fırlatıyorlar. Halbuki başka tatiller de çok mümkün. Daha sakin, daha sade, daha şefkatli... İnsana değer veren, şımartan... Yormayan, kasmayan, sahiden de şehrin, zehrin dışında olduğunu fark ettiren teneffüsler de, unutmuş olanlarınız vardır belki, gayet mümkün! Bizim için dinlenmelik yaz tatili, evvela iyi deniz demek. Temiz, berrak, derin ve de girdiğini hissettiren, çorba olmayan deniz. Sonra iyi yemek demek: Alengirli olması gerekmez, lezzetli yemek. Bir de etraf olabildiğince gürültüsüz, patırtısız, yaygarasız demek. Çocuksuz . Daha doğrusu şöyle: "Annecim! Bebeğim! Bebişim! Prensesim!" diye çınlayan annelerden uzak. Ve tabii bunları vaat eden bir yere giderken de evi satmamak, banka kredisi almamak demek! Yıllardır bu şartlarımıza en uyanlardan biri, Cennet Koyu'ndaki Atami'ydi. Ama bu yıl boyumuzu çok aşan durumlar oldu Cennet Koyu'nda, ortada kaldık! Kim bilir kaçıncı yaz elime aldığım, artık Mutlu Tönbekici mamulü olan Küçük Oteller Kitabı; hayatımızı iyice kolaylaştıran booking.com konforuna rağmen, kim bilir kaçıncı kere gene işe yaradı: Aaa Assos'ta yeni bir yer: Calidus. Kuzey Ege'de bir sürü yeri denemişliğimiz var. Kimi 'doğal' etiketi altında fazla örümcekli, kimi referans verdiği ünlü akademisyenlerle fazla kampus gibidir. Kimi fazla harcıalem, kimi fazla kişisel. Kimi düşük enerjili, kimi haddinden fazla coşkuludur. Çok net söylüyorum, aslında belki hiç söylememeli ve kendime saklamalıydım: Calidus kadar iyisi yok. Kuzey Ege'ye hiç gelmedi. Bir kere, diriltici şahane bir deniz. Taşlar ayağına batana, atlamak isteyene, bu bölgede alışık olmadığımız kadar iyi bir iskele. Sonra 30 oda için 20 dönüm civarı yayılmalık bir arazi, yani kimse kimseye değmiyor! Binalar taş, bahçede yüzyıllık zeytin ağaçları, çimende anforalar, eski objeler, yarı antikalar, salıncaklar, hamaklar... Ve nasıl ama nasıl uğraşmışlar. Denizdeki taşları toplayıp bahçenin süslemelerinde kullanmışlar. Porselen kulplara bile ayrı özenmişler. Hiçbir şey eğreti değil, hiçbir şey fazla da değil; o sade ve zevkli dokunuş her köşeden hissediliyor. Yemekler, bir küçük otel mutfağının ciddi fevkinde. Öğlenleri süper pizza yapıyorlar, akşamlarıysa coşuyorlar. Bayağı iyi restoran yemeği, zarif sunum... Özel keçi peynirinden füme alabalığa, parmak ısırtan köftelerden süt helvasına, hepsi yine olsa yine yenir! Ve işte en can alıcı nokta: Çocuk yok! 12 yaşından küçükler alınmıyor. Yani bazen sınırları/sinirleri fena zorlayan çocuk-ebeveyn terörüne maruz kalmak yok, garantili sükunet var. Tek soru şu: Cırcırböceklerinin bu en çok cırlayanları çocuk mu, yetişkin mi? 12+ mı yoksa 12- mi?!
22 TEMMUZ PAZAR
KUZEY EGE'NİN IZGARA USTASI
Sıfır bedenlik, üflesen uçacak cüssesinden beklenmeyecek bir kudret. Bu adam, Kuzey Ege'nin ızgara ordinaryüsü! Her balığın mı ızgarası bu kadar iyi yapılır? Hiç kurutmadan, tam kıvamında pişirilip içi sulu bırakılır? Yahya'nın elindense, evet! Assos'taki Yahya'nın Yeri/Sarmaşık Restoran'ı evvelki yıl da yazmıştım. Burası über salaş bir yer. Dekorasyon dökülüyor. Tuvalet, yolun ta karşı tarafında. Fakat ızgara balık konusunda uçuyor. O gün ne varsa, tamamen şansınıza. Klasikler bir yana, başkalarının suratına bakmadığı balıklara da sınıf atlatıyor. Sardalye numarası yine hayranlık uyandırıcıydı. Sardalyeleri ayıklayıp, içlerine yeşillik ve ince kıyılmış yeşil erik koyup kapatıp, ızgaraya atardı, bu defa domateslisini yapmış. Fener kavurma, kılıç şiş, hepsi bu köhnelikle bağdaştıramayacağınız nefasette. Akşam giderseniz tahta masanız denize iki karış mesafede sahilde, bir de ay çıkmışsa, of! Bu sene yan tarafı da almışlar, gündüz attıkları şezlongları artırmışlar. Tek sorun şu ki, biraz İstanbul fiyatına kaymışlar! Yoksa burayı da Ferit Şahenk aldı da, haberimiz mi yok?!
23 TEMMUZ PAZARTESİ
OLIVER TWIST'İN ÇORBASI, HOLDEN CAULFIELD'IN SANDVİÇİ, FERİDE'NİN FONDANI...
Grafik tasarımcı Dinah Fried, Fictitious Dishes diye bir iş yapmış: Beş ünlü romanı almış, bunların kahramanlarına özdeşleştikleri yemeklerle sofra kurmuş. Sonra da bu kurguladığı sofraları fotoğraflamış. Evcilik oynar gibi, tatlı bir proje. The Catcher in the Rye'ın (Gönülçelen/Çavdar Tarlasında Çocuklar) Holden Caulfield'ının peynirli sandviçi ve kahvesi var mesela. Oliver Twist'in yetimhanede sorun çıkaran çorbası... Moby Dick'te bu defa denizci çorbası var, yanında kahvesiyle. Alice Harikalar Diyarında'nın alametifarikası, süslü beş çayı. Ejderha Dövmeli Kız'ın bol proteinli kahvaltısının başrolünde yumurta... İnsanın aklına bizimkiler geliyor: Çalıkuşu'nun Feride'siyle Kamran'ının simgesi olarak elbette ki fondan! Ama bu projeye en yatkın roman (Ya da tam tersi bu projeyi yerle bir eden mi demeli!) Masumiyet Müzesi. Orhan Pamuk, romanı yazıp müzeyi kurarken, bu işi de zaten kendiliğinden aradan çıkarmış oluyor. Kemal'in, Füsun'un, Keskin ailesinin, Nesibe Hala'nın sofraları... Yaprak sarma, sigara böreği, misket köfte, Nişantaşı'nın ünlü börekçisi Latif'ten alınmış su böreği... Meltem gazozu... Çaylar, kahveler... Dinah Fried'ın uyarlamasını sıfırlayan bir şekilde, zaten Çukurcuma'daki Masumiyet Müzesi'nde duruyor. Orayı gezmiş olanların da zihinlerinde...
24 TEMMUZ SALI
"ÇATAL BIÇAKLARIN ŞAKŞAKASI, MİNİK KURBAĞALARIN VAKVAKASI..."
Tatilde eski, demode, klasik kitap okumanın tadı başka. Nasıl kaymaksı bir anlatım var çoğunda, ne zengin söz oyunları... Ve türlü anekdotuyla, detayıyla, ilişkisiyle, bir dönemin hayatları... Ahmet Rasim'in Şehir Mektupları bu açıdan cevher. İki lokma alalım: 1. "Her gece Beyoğlu'nda geziyorum. Fakat Tokatlıyan'a - yazın Kalender'e gider gibi - haftada bir yahut iki haftada bir gidiyorum. İşleticisi, garson seçiminde gereğinden fazla usta olduğu için, bunlar kapıdan girenin bir kere yüzüne bakınca içeri giren müşterinin ne içeceğini, ne yiyeceğini derhal anlıyorlar. Eğer sadece kahve içmek üzere geldiyseniz kimse aldırmıyor; yemek denildi mi garsonda bir harekettir, bir telaştır görülüyor. Servis hazırlanıyor. Mönü takdim ediliyor. Fakat bazı otellerde görüldüğü gibi, burada yemek yiyenler de garsonun istediğini yiyorlar. Mesela garson, müşterinin karşısına dikildi mi müşteri: - Antuan ne yiyeyim? Ne var? Antuan biraz düşündükten sonra: - Keklik, bakaca, yaban ördeği, levrek, mayonezli... Şey... - Keklik mi? Taze mi ama? - Daha bu sabah vurmuşlar. (Yalan!) - Getir. Garson arkasını döner dönmez mutfağın köşesinde soluğu alıyor. - Yarım tavuk, ala perdri. (Keklik usulü) Oradan kapınca yallah müşteriye! Bir lokma: - Hayır. Bu keklik değil. (Bununla birlikte ben farkına varmadım da keklik diye yedim. Fark edebilene aşk olsun.) - Tın, tın, çat, çat! - Mösyö! - Ayol! Bu keklik değil. - Nasıl efendim! Değil mi? - Değil! Nasıl? Tokatlıyan'ın garsonlarının vurduğu keklik şık değil mi? Artık varın gerisini siz düşünün. Bununla birlikte oturulacak yer, hele cuma, pazar günleri ön pencerelerden birini kapıp da bir sade kahve içip öğleden akşama kadar piyasayı seyrettiniz mi, ömür!" 2. "Alafranga sofrada yemek kaç türlü yenebilir?' sorusunu halletmek isteyenler Sponik'e buyursunlar. Frenk olmayıp da Frenlik hevesinde bulunan, alaturkadan usanan, fakat biraz züğürtçe olanların hepsi buradadır. Zira tabldot altı kuruşa, içeriye girip de fesi veya şapkayı çıkarıp yarım saat evvel bilhassa taradığınız saçlarınızı gösterdiniz mi, derhal sizi Frenk zannediyorlar. Balık, et, hamur, birer birer geliyor. Artık o çatal bıçakların şakşakasını, o türlü Frenklerin laklakasını, tabakların taktakasını sormayın. Eğer sürahideki sular bir hafta daha duracak olursa, Terkos'a has ufak, sarı, minik kurbağaların da vakvakası işitilecek. O kadar temiz!"
25 TEMMUZ ÇARŞAMBA
KÜÇÜK OTELLERE TÜYO: KAHVALTIDA REÇELE, BEŞ ÇAYINDA KEKE DİKKAT!
Tatilde, şehir hayatına göre bazı öğünler önem kazanıyor, bazıları da gözden düşüyor! Sabah kahvaltısı mesela, koşturmacalı hafta içi günlerde bazılarımızın başından savmak istediği bir etapken, tatilde can oluyor. Göz yumurtayı dağıtmadan yapan, kazanıyor! Ekmeği çeşitlendiren, yanına simitti, poğaçaydı, sıcak börekti, pişiydi, değişik hamur işi koyan, mükafatını alıyor! Müsliymiş, granolaymış, özeniyorsunuz, heves ediyorsunuz ama bunlar bir yere kadar! 'Törkiş' kahvaltı iyi birkaç peynirdir, öyle kara suyuyla getirilmeyen zeytindir, tercihen pembe domatestir... Ve reçel. Balkaymak da olur ama bir de mutlaka iri-bol taneli, sürprizli reçel, hatta reçellerdir. Reçel, kahvaltı masasının en oynanabilen, fark yaratan fertlerinden. Son yıllarda Alaçatı otelleri bu işi çok iyi yapıyor. Taş Otel'den TashMahal'e, hepsinde özellikli, değişik, ev yapımı reçeller, marmelatlar veriliyor. Geçen ay gittiğimiz TashMahal'de, Fidan Hanım'ın güneşte pişirdiği çeşitler hakikaten standardın çok üstündeydi; havuç reçelinin içinde portakal çiçekleri vardı mesela... Ayvalık Cunda'daki Sobe de bu işi iyi biliyor. Kendi yaptıkları üzüm reçelinden kumkuat reçeline çarpıcı bir repertuarları var, üstüne bir de pekmezli pancake veriyorlar. Akşamüstü beş çayı refakatçileri de mühim mevzu. Tatilde sıkı kahvaltıdan sonraki öğle yemeklerinde bazen büyük coşku olmuyor. Ama o beş çayı, bambaşka bir heyecan! "Aaa ne yapmışlar bakiiim bugün?" diye sorduran müessese, tamamdır! Bizim Calidus'un yağsız çıtır börekleri insanı kontrolden çıkarıyor mesela. Taze kek, kıtır gevrek hep var. Fakat geçen gün bir de fazladan mısır çıkardılar, bir kazan sütlü mısır, ortalık aniden bayram yerine döndü, sevinçten zıplayanlar görüldü! Beş çayı konusunda bir de açık ara fark atan küçük otel vardır, atlamayalım: Bozburun'daki Karia Bel'in muffin'lerini, İstanbul'daki en afili pastanelerde bulamazsınız. Mühim şeyler bunlar. Ufak ama tatili tatil yapan şeyler.
26 TEMMUZ PERŞEMBE
BÜLENT ERSOY'UN İFTAR İŞTAHI: ABARTIDA İSTİKRAR
Bu sene iftarlar biraz sakinleşti, normalleşti, gösterişten uzaklaştı galiba. Genel olarak. Yoksa özel durumlar olabilir, olmaz mı... Bülent Ersoy, iftara Etiler'deki Nusr'Et'e gitmiş. Şöyle bir dökümü vardı yediklerinin: 500'er gramlık iki adet Dallas steak + 450'şer gramlık iki adet pirzola + 300'er gramlık iki adet kasap köfte + 300 gramlık bir adet kaşarlı köfte. Şu hayatta tutarlı olacaksın. Abartıysa abartı. O tavus kuşu kirpiklerini taktığı için belki, o ağdalı kelimeleri kullandığı, o mübalağalı üslubu koruduğu, o olduğu için... O gözü dönmüş et tüketimini de pekala yakıştırıyor kendine! İnsan salata eşeleyen bir Bülent Ersoy görmek istemiyor. Bu arada Nusr'Et'te bir müşterinin ne yediği böyle gramı gramına dışarı mı servis ediliyor?!
27 TEMMUZ CUMA
DİNOZOR DA YİYEBİLİR, YAKIŞIR!
Bülent Ersoy, "Ben 2.5 kilo et ile doyacak insan mıyım, dinozor yedim ayol!" diyerek dalgasını geçmiş. "Mantıklı insan buna inanabilir mi? Bu olabilir mi, bir insan bu kadar yiyebilir mi?" diyor bir önceki günün haberine istinaden. Oluyor işte bazen, Marmaris Büfe'de peş peşe 13 hamburger, Almanya'da otel odasında ütüyü kızdırıp bir kangal sucuk ızgaralamak gibi vukuatlar olunca, kim ne kadar yiyebilir, kimse kestiremiyor. Ayrıca dinozor da yakışır doğrusu haşmetine. Bu arada "Benim ne yediğimden kime ne?" diyor. Olur mu hiç öyle, merak ediyoruz. Bu kadar yoğun mıknatıslı, bu kadar bol malzemeli kaç kişi var bu topraklarda? Hele herkes en sıkıcı haliyle buharda brokoli yerken? Yarasın. Haftaya kaldığımız yerden devam edelim.