Onu TV ekranlarında, kirli sakalı, motorcu montuyla Ortadoğu gibi, Türkiye'nin Kürt meselesi, güvenlik politikaları gibi konularda ciddiyetle konuşurken görüyoruz son zamanlarda. Bazen MİT krizini yorumluyor, bazen Arap Baharı'nı, bazen de Kafkaslarda ne olup bittiğini. Görünüşünden bağımsız olarak, anlattığı şeyler fazlasıyla 'ciddi'. aHaber'in güvenlik danışmanı da olan ve tanımayanların "Kim bu adam?" dedikleri kişi Mete Yarar (45). Eski bir asker. Onunla askerken tanışmadık, zaten bu söyleşinin esbabımucibesi de Yarar'ın sivil hayatı ve orada yaptıkları. Televizyon programlarında Türkiye'nin iç ve dış güvenliğiyle ilgili ciddi (!) konuşmalar yapsa da esprili biri. Medeni halini 'dul ve yetimim' diye açıklaması bile, onun bildiğimiz askerlerden biri olmadığını gösteriyor. 2004'te emekliliğine bir yıl kala, hayatında yapmak istediği çok şey olduğuna karar verip istifa eden Yarar'la askerliği, sivilliği, aynanın iki tarafından bakmayı, halkın orduya bakış açısını ve 100 maddelik özel hayat listesini konuştuk.
-
Kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz?
- Asker kökenliyim. Öğrencilik yıllarımda iyi bir sporcuydum. Harp Okulu'na isteyerek girmiştim. 20 yıl boyunca askeri üniformayı onurla taşıdım. Kendi isteğimle istifa etmenin, mesleği sevmemekle alakası yok. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) özellikle 80 sonrasında giderek toplumdan uzaklaştırıldı. 12 Eylül'ün en çok zarar verdiği kurum TSK'nın kendisidir. Çıkardığı kanunlarla, kısıtlamalarla halkın içinde olan bir kurumu halkın dışına çıkardılar.
- Askerlik biz sivilleri korkutan bir kurum, sizce neden böyle?
- İnsan tanımadığı kişilerden ve kurumlardan korkar. İçinde yaşadığı, dokunabildiği hiç kimseden çekinmez. Biz üniformayı giyince farklı bir yapıya büründüğümüz sanılıyor, aslında askerlik yalnızca bir meslek, yaşam biçimi değil.
- Askerliğin yaşam biçimi olduğuna dair bir algı var ama değil mi?
- Bütün mesleklerde mesleğinizi yaşam biçimine dönüştürürseniz hata yaparsınız. O zaman elbiseyi çıkarttığınızda bomboş kalırsınız.
- Nerelerde bulundunuz mesleğiniz gereği?
- Özellikle Doğu ve Güneydoğu'da çok fazla bulundum. Sınır ötesi operasyonlarda yer aldım. En son bulunduğum görev de 2003'teki, Türk askerlerinin kafasına çuval geçirilen Kuzey Irak'tı. Döndüm ve görevi bıraktım. Binbaşı rütbesindeydim. Mesleğimde başarılıydım, alabileceğim ne kadar ödül varsa aldım.
- Neden istifa ettiniz?
- Hayatımı yaşamak istedim. Önüme bir kağıt aldım ve yapmak istediğim 100 şeyi sıraladım; baktım askerlik yaparken bunları gerçekleştiremeyeceğim.
ÖLÜMÜ GÖRMEK, HAYATI SEVDİRİYOR
- Maddelerin birkaçını paylaşır mısınız?
- Denizi çok seviyorum, deniz görmediğim zaman hayattan kopuyorum. Görev yaptığım yerler denizden binlerce kilometre uzakta oldu hep. İlk yapmak istediğim şey bir yelkenli almaktı, onu bu yaz gerçekleştireceğim. İkincisi; fikirlerimi seslendirme özgürlüğüne sahip olabilmekti. Birikimimi çok daha gençken kullanmak istiyordum. Türkiye'de saha bilgisine sahip insanlar çok az. Bu insanların konuşmadığı yerlerde, yanlış insanlar konuşuyor. Üçüncüsü, sporu çok seviyorum, özellikle ekstrem sporları. Artık hepsine vakit ayırabiliyorum. Çok istediğim şeylerden biri de dans etmekti. Dağın başında öğrenemezdim, ama şimdi tango yapabiliyorum.
-1984'te göreve başlamışsınız, tam da PKK'nın ortaya çıktığı yıl.
- Evet, o anlamda şanssız bir askerdim. Karacı piyadeydim. Yaptığım işten hiç pişman olmadım, ama yıllar geçince şunu öğreniyorsunuz; memlekete hizmet etmek için illa üniforma giymek gerekmiyor.
- Çok ölüme tanık oldunuz mu?
- Hem de çok. Pek çok arkadaşım yaralandı, daha başka bir sürü olay. Ama akıl sağlığımı bu gerçeklerden uzak tutmayı bildim.
- İnsan o kadar çok ölüme tanık olunca yaşamak daha lezzetli mi oluyor?
- Evet, daha güzel oluyor. Askerlik mesleği, yaşamın o kadar çok dışına itiyor ki; sakal bırakmak bile büyük bir iştah olabiliyor.
- Askerlik mesleğini bırakınca sudan çıkmış balık gibi hissettiniz mi?
- Hiç olmadı, çünkü ben sivil hayatın dışına çıkmadım, hep dışarıdan arkadaşlarım da oldu. Askerliği, ilkeleri olan, felsefesi olan, ama son tahlilde bir meslek olarak gördüğüm için çok rahat uyum sağladım. 2004'te ayrılır ayrılmaz dış ticaret yapmaya başladım. İlk şirketim Irak'la ilgiliydi. Meslek olarak bilgilerim; terör, Ortadoğu ve bölgedeki iç karışıklıklar, Balkanlar, Kafkaslar gibi başlıklarla ilgili olduğu için, bunları kullanabildim. TSK'dan ayrıldığımdan beri yapmak istediğim iş 'risk yönetimi'ydi.
- Risk yönetimi tam olarak ne demek?
- Türkiye'de çok fazla bilinmeyen, ama dünyada yaygın olan bir kurum. Bütün şirketlerde böyle bir örgütlenme var artık. Uluslararası şirketler bir bölgeye gitmeden önce bölgenin analizini yapmak ister. Bölgenin güvenliği, siyasi çalkantılar, savaş riski, iç karışıklarla ilgili analizler yapıyoruz. 2004'ten beri özellikle Irak'ta şirket kuran ve o bölgede yatırım yapan neredeyse herkese danışmanlık yaptım; hem uluslararası hem de ulusal şirketlere. Ve bu sektör öyle gelişti ki, bunun Türkiye'de de yapılabileceğini düşündüm. Türkiye'de de bir sürü bölgede yatırım yapamıyorsun; risk zaten terörden kaynaklanmaz. Bir yere yatırım yaparsınız ama bölge halkı size sıcak bakmayabilir, bu daha en başta sakat başlayan bir iştir. İlk aklıma gelen HES'ler mesela. Ki ben bu konuda köylülerin yanındayım, onu da söyleyeyim.
- HES karşıtı mısınız?
- HES karşıtı değilim, ama bölge halkının onayı olmadan bir projenin hayata geçirilmemesinden yanayım. HES karşıtlığının bu kadar artmasının nedeni, halka söz hakkı verilmemesi. Ama bir de şöyle bir sorun var ki, bazı derelerin 17-18 tane barajı var. Buna ne derenin suyu yeter, ne de halkın sabrı.