Bu
yazıyı 1 Nisan'da yazsam daha uygun olurdu sanırım çünkü size son dönemde gündelik hayatta sıkça kullandığımız 'şaka gibi' kalıbına cuk diye oturan iki maçı hatırlatmak istedim. 3 Nisan 1997'e gideceğiz. O dönemki adıyla Efes Pilsen, Avrupa Ligi'nde Final-Four için Fransız ekibi Asvel'le oynayacak. TOFAŞ ise Koraç Kupası finali ikinci maçında Aris'i konuk edecek. İki takımımız da favori. Bir önceki senenin Koraç Kupası şampiyonu Efes, Fransız ekibi Asvel'i İstanbul'daki ilk maçta farklı yenmiş. Fransa'daki karşılaşma ise ucu ucuna kaybedilmiş. İstanbul'da önüne geleni deviren Lacivert-Beyazlılar, Abdi İpekçi'ye sığmayan taraftarıyla (o dönem salon dolar, bir o kadarı dışarıda kalırdı!) birlikte üçüncü maçın, haliyle de final-four'un favorisi. Temsilcimiz devreyi önde kapasa da salondaki gerginlik herkes tarafından hissedilmekte. Ne olursa ikinci yarıda oluyor... Son 12-13 dakikalık periyotta Efes çemberi pas geçerken 35 yaşındaki Delaney Rudd başta olmak üzere Brian Howard, Jim Bilba, Alain Digbeu'nün isimleri Türk basketbolseverlerin hafızlarına kötü bir şekilde kazınıyor.
Aydın Örs: Karasev'in kaçırdığı şutu unutmuyorum
Türk basketbolunun yaşayan efsanesi Aydın Örs, İstanbul'daki maçtan çok Fransa'daki ikinci randevuya takılmış: "Fransa'da 35 dakika çok iyi oynadık. Hala hatırlıyorum, maç kafa kafayayken sağ köşeden iki üçlük yemiştik. Orada işi bitirebilirdik. İstanbul'da mücadele hep dengede gitti, rakibe kırılmayı yaşatamadık. Rövanşta da Karasev'in kaçırdığı iki boş şutu unutmuyorum. Hayatta zaferler de hüsranlar da var. İkisini de yaşamak lazım ama o günkü mağlubiyetimize üzülmemin ayrı bir nedeni var. Biz çok iyi bir takımdık. Koraç'ı kazanmıştık. Final-four, başarımızı taçlandıracaktı."
Tamer Oyguç: Edirne'ye kadar araba sürdüm
Takımın pivotu Tamer Oyguç'a telefon açtığımda "Baba amma oldu, sen bana bir yarım saat ver, hatırlayayım," dedi. Şu sıralarda Anadolu Efes altyapı sorumlusu olan Oyguç, yarım saat sonra açıldı: "Tüyleri diken diken eden bir atmosfer vardı. Bençte sanki taraftarla birlikte oturuyor gibiydiniz. O kısa boylu gardları (Rudd) uzun süre kabuslarıma girdi! Bir de Brian Howard... Adamı bir sonraki sene bize aldılar ama hiç o maçtaki gibi oynamadı! Kafa dağıtmak için arabaya atlayıp neredeyse Edirne'ye kadar gittiğim çok olmuştur. Aklımda hep aynı soru: 'Neden kaybettik?"
SPOTLARDAN ISINAN KUPA VE HAVAİ FİŞEK GÖSTERİSİ!
Efes maçı bitince Türkiye hemen Bursa'ya dönmüştü. Koraç Kupası finalinde Yunan ekibi Aris'i konuk eden TOFAŞ ilk maçtaki 11 sayılık avantajıyla 'şampi'ydi! Salonda şampanyalar, dışarıda havai fişekler hazır bekletiliyordu. Ev sahibi son beş dakikada dağılınca şampanyalar spot ışığının altında ısınan kupayı soğutmak için kullanıldı! Camekanlı bir bölümde sergilenen kupa elle tutulamadığı için altı bezle sarıldı ve Yunan takımı unutulmaz bir seramoni yaşadı. 'Maçtan sonra patlatılacak' komutunu alan havai fişek ekibi, karşılaşmanın sonucuna bakmadan ateşi fitilleyince Aris, Bursa'ya muhteşem bir şekilde veda etti!
Atilla Çakmak: Griffith'in hastalığı olmasa..
O dönem TOFAŞ'ı çalıştıran Atilla Çakmak'a göre o günkü mağlubiyetin temel sebebi Amerikalı pivot Rashard Griffith'in hastalığıydı: "Zatürre geçiren Rashard ilk maçtan önce bir idmana çıkmış ve Atina'da muhteşem oynamıştı. Dönüşte doktorlara gittik 'Sorun yok,' dediler. Onu hafta sonunda da Telekom'a karşı oynattık, soyunma odasında yığıldı kaldı. Enzim rakamlarının çok yükseldiği, serum tedavisi görmesi gerektiği ortaya çıktı. Zaten adam takımın yarısıydı. Maç başlar başlamaz da Avdiç sakatlandı. Murat'la Serdar, Ortiz-Shackleford ikilisine karşı bir yere kadar dayanabildi."
Şemsettin Baş: Erken havaya girmiştik
Bursa'daki maçın son saniyelerinde üçlük atacakken topu kaptıran ardından basket faule neden olan ve bu yüzden günah keçisi ilan edilen Şemsettin Baş'a da 15 yıl sonra bir söz vereyim dedim. İstanbul'da Kartal'da Gelişimspor kulübünü kuran ve basketbolcular yetiştiren Baş o günden bahsederken hala buruktu: "Tipik Türk insanı olarak erken havaya girdik. Bursa halkı çoktan kupayı bize vermişti! Ben o topu kaçırdığımda fark 15 sayıydı atsam da zaten 12'ye inecekti. O yüzden o pozisyona takılmamak lazım. Ayrıca maçın en skorer isimlerinden biriydim. Soyunma odasındaki matemi hiç unutamam. Hüngür hüngür ağlıyorduk. Hiç şans verilmeyen bir takım olarak finale çıkmıştık ama elbette tarih sadece şampiyonları yazacaktı."